7 Şubat 2012 Salı

KARA (daki) KİMLİK

Bir kadın ve bir adam: koca bir dünya!
Bazen de iki yarımın tam etmediği kadarlar.
Birşey daha var.
Bir adam ve bir adam!
Delicesine aşıklar. Biri özgür- diğeri ailesinden köşe bucak kaçmış! Aile cahil. Sonunda çocuk ölüyor.
Zenne filminden bahsediyorum.
Farklı versiyonları da var. Etrafımda.
Başka ülkenin insanları, Türk değiller ama Akdeniz'den..
Su- aynı duyguları, vurduğu farklı karalara da aynen taşıyor.
Aile ülkenin en önde gelenlerinden, oğulları ise başarılı ve tanınan bir işadamı. Sözde kız arkadaşları var, hatta kızlar onu kazanova bile sanıyor.
Oysa onun gönlünde yıllardır sevdiği bir erkek var.
Benim dışımda iki arkadaşımız daha biliyor, hepsi bu. Bazen tatillerde onların sırlarını bilenler grubu, buluşup ortak bir yerlere gidiyoruz. Genelde de tekneyle uzaklaşmış oluyoruz.
Onlar karadaki kimliklerinden sıyrılıyorlar. İçlerindeki en doğal oluveriyorlar.
Sordum- her şeye rağmen açıklayıp kurtulsanız özgürce 'buyum' demek zor mu?
Dışarıdan göründüğü gibi değil işte. Bedeller, ederler, hayat; başka başka kimlikler yapıştıracak, korkusu sarıyor.
'Sen mutluysan böyle kalsın' diyorum.
Sonra koyduğumuz isimlerin bizleri ne kadar sınırladığını düşünüyorum. Küçüklüğümden beri sevmediğim etiketleri hatırlatıyor.
İsimlerin bizim gerçeğimiz olmadığına eminim. Hiçbiri bizi yeterince anlatmıyor.
Düşünsenize!
Benim adımın Bahar olması, önüne kaç kışı aldığıma kimi şahit çıkarır?
Bir ben. Ama anlatmıyor işte.
Elle, kürekle, çabalamakla olmuyor.
Olduğu kadarıyla sadece zevkle yaşanıyor.
'Kara kimlik'lerden, karadan uzakta...
Hepsi bu.

***

2004'ten ÖTEYE YOL YOK!

Telefonuma önce 09:06'da “Pamukova'da 41 kişinin yaşamını yitirdiği hızlı tren kazasının davası görülecek.” diye mesaj geldi. Aradan geçen bir kaç saatin ardından ise; “Sakarya Pamukova'da 41 kişinin yaşamını yitirdiği hızlı tren faciasıyla ilgili dava, 7.5 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle düştü.” mesajı eklendi.
Kararın böyle çıkması derdim değil. Bağımsızlığını, kamu vicdanını vs bunları tartışmayacağım. Başka birşey var, hafızamda.
Kağıt üzerinde 'zamanaşımı'na uğrayan meselenin, yaşandığı günün benim hafızamda zamanaşımına uğramadığı gibi.
Hiç unutmuyorum.
Kaza haberi geldiğinde; evdeydim son dakikayı izliyordum. O günlere damgasını vuran tartışma; hatlarda hiçbir yatırıma gidilmeden sadece başına eklenen 'hızlı' kelimesiyle yola devamın facia yaratacağıydı. Karşılıklı tartışmalar bir süre devam etmiş kaza günü ise zirveye ulaşmıştı.
Tüm bunları belki hatırlıyorsunuzdur ama benim bu hayatta özellikle dikkat edip- hatırladığım başka birşey daha var.
Yüz ifadeleri!
Hiç beceremez saklanmayı. Olduğu gibi oraya olayı yerleştirir.
Ben de yüz ifadesi avcısı gibi; onları hikayelerime alırım ya da haberlerim de özellikle altını çizerim. İnsani bakışın onlarca devlet politikasından önemli olduğuna inandığım için.
İşte tam o gün- Başbakan Erdoğan Rusya'da ve canlı yayında Putin'le basın toplantısı düzenliyordu. Yardımcılarından biri tren kazasının yazılı notunu başbakana verdi.
Bir süre elindeki kağıda gözlerini açarak bakan Erdoğan'ın yüzünün şekli tamamen değişmişti.
O anda basın toplantısı ızdıraplı saniyeleri, dakikaları sürdürmekten başka birşey ifade etmiyordu, onun için. Daha fazla bilgi ihtiyacı duyduğuna emindim. Toplantı birşekilde kısa sürede, apar topar tamamlandı.
Daha sonraki saatlerde Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar bildiğimiz ifadelerdeydi.

Kapalı kapılar ardında başbakan sürekli bu tür tepkiler veriyor olabilir; ama milyonların izlediği bir canlı yayında duygularını ilk kez o an- en açık haliye ortaya bırakmıştı. Sonraki yıllarda aynı ifadeye hiç rastlamadım.
Anlamlıydı.
Şimdi çıkan bu son kararı da başbakanın önüne konan bir nottan son dakika okumasını ve canlı yayında izlemeyi çok isterdim.
8 senenin ardından, tartıştığımız tüm konuların fotoğrafı olurdu.
Hepimiz için.
Çünkü; tren kazasında insanların öldüğü bir dava, zamanaşımına uğruyorsa- bırakın herşey olduğu gibi kalsın, 2004'den öteye yol yokmuş meğer.