13 Kasım 2018 Salı

Genç jenerasyonu anlamadan nereye?




Gidenler gitti, kalan sağlar bizimdir ülkesi olamaz Türkiye. Ayrıca gidenlerin arkasından su dökenler de hepimizi temsil edemez. Bugün gazeteler, dergiler ve artık nereye bakarsanız bakın ilanlar, yurt dışı bir ülkede size sadece ev satmakla kalmıyor. Aynı zamanda benzer bir topluluk, vatandaşlık, sosyal yaşam, iyi eğitim ve en önemlisi tasarım bir gelecek pazarlanıyor. Haliyle sadece ev değil, özgürlük ve ürkmeyen parayı da bir arada tutabilecek alanlar artıyor. Türkiye dışında cazip kılınan gelecekler o kadar promosyonlu hale geldi ki, yakında Yeni İstanbul diye bir site veya mahalle yapılırsa kesinlikle şaşırmayacağım. Sonuçta ülkende ne bulamıyorsan al paranı gel burada sana hepsini vereceğim diyen bir reklam algısı yürüyor. Ülkemizin iyi eğitimlileri ve servet sahibi olanları bizzat aramızdan ithal ediliyorlar. Gidenlerden kimseye bunun yanlış bir fikir olduğunu söyleyecek değilim. İsteyen elbette istediği ülkede yaşar. Ama gerçek bu değil ki! En azından gidenlerin güle oynaya gitmediği açık. Evet kimse sınıra bırakılıp hadi bakalım yoluna diye sınır dışı edilmiyor fakat yetkili ya da etkili herhangi biri çıkıp da “arkadaşlar neden gidiyorsunuz!” diye de sormuyor. Dahası ilgilenmek, konuyu görmek de isteyen yok. Göçe giden kuşlarla kurulan ilişki kadar kendi ülkesinin eğitimli vatandaşlarıyla ilişkisi Ankara'nın… Ne eğitime el atıyor, ne de kendinden değil diye işten atılan eğitimlilerine başka yaşam yolları açıyor.

Diğer yandan da hayatı daha yaşanır kılacağını umduğumuz yürüyen sosyal medya fenomeni var. Bizdeki örneği henüz lümpen düzeyde. Fikirler değil hala kişiler çarpıştırılıyor.
Zaten sosyal medya rüştünü ispat etmeye çalışırken, hayat da sanki kendisini geçmiş liderlerin güvenli kollarına bırakmış gibi adeta iki ayrı dünyada yaşatıyor bizi! Bir yanıyla sınırları kaldıran özgürlükçü bir platform ama sanal gerçeklik sayılıyor. Öte yanda tarihin perdesini yırtmış gibi aramıza katılıp sınırlar ören “gerçek liderler”!

Geçen hafta Brand week İstanbul koridorlarında tartışılanları aktarıyorum.
Yine de bazı tahminler bu liderlerin tüm dünyada son 5-10 yılını yaşadığı yönünde. Sosyal medyada oluşan sessiz reform, hayata doğrudan akmaya başladığında, otoriter eğilimli liderliğin de son kullanma tarihi bitecekmiş.

Ama bu dönemde aramızdan çıkmayan keşifler ve inovasyon için sivri söylemler de var. Mesela Selahattin Demirtaş’ın hapiste olduğu bir ülkeden dahiyane fikirlerin, buluşların filizlenemeyeceği gibi… Haksızlar mı? Asla. Özgürlüklerin ve demokrasinin olmadığı bir yerde ekonomik değerler yükselmeyeceği gibi ekonominin yükselmediği ölçüde de özgürlükler güdük kalıyor paradoksundayız. Ankara, iktidara kim gelirse gelsin bu hastalığından vazgeçemiyor. Ne yardan ne serden diyerek, ne özgürlüğe ne de uluslararası sermayeye gerçek anlamda geçit vermiyor. Kontrolü elinde tutabildiği Ortadoğu parası dışında…

Koridorlara fısıldanan cümlelerin dışında ise Konda Araştırma şirketinden Bekir Ağırdır’ı dinledim. Hayatı jenerasyonlar ve veriler üzerinden okumasını seviyorum. Fakat rakamların ve yüzdelerin dışında her jenerasyonu başka bir sürüm olarak algıladığımızda aktarım zincirimiz de kuvvetlenecek. Buna emimin.
Bekir Ağırdır’ın konuşmasına göre de hayat ve toplum her zaman iyiye doğru akar. Geçici sarsıntılar ve korkular olabilir ama evrensel kazanım neyse, paradigmalar da eninde sonunda oraya doğru evrilir. 2008-2018 yılları arasında ise devlet katında olanlar bir tarafa, Türkiye toplumu evrensel kazanımlara doğru gidiyormuş. En azından büyük resimde bunu bilmek gerekir diyor. Biz elbette, geçen kendi zamanımıza kayıp olarak bakabiliyoruz fakat büyük resimde biz de dönüşümün bu şekilde bir parçası oluyoruz. Acı ama gerçek!
Verilere göre gençlerin mutluluğu azalmış, bugün daha öfkeli ve kızgınlar. Bu kategoriye kendi jenerasyonumu dahil ediyorum. Mutluluğu başka yerlerde aradığımız veya bulduğumuz konusu ise benim jenerasyonum sürüklendiği başka bir delilik hali.
Diğer verilere göre, oruç ve namaz gibi düzenli ibadet alışkanlıklarında düşüş var. Hayat tarzını modern olarak tanımlayan gençlerin oranı yüzde 5-10 arasında artmış.
Ülkede dindarlık seviyesi de aynı gençler arasında yüzde 7 civarında azalmış.
Metropolleşme süreci ahlakımızı da makyajlamış hatta bir parça modernize etmiş görünüyor.
Bekir Ağırdır; eğitim, laiklik, hukuk gibi kavramların geceyle gündüz gibi farklı görüşler olarak çatıştığını ancak buna rağmen bilgi toplumu olma yönündeki çabamıza dikkat çekti. Açıkçası çatışmalardan beslenmeye doyamayan ve kronik kaos bağımlısı bir ülke olmaktan vazgeçemediğimizi düşünüyorum. Fakat Bekir Ağırdır bunu özgün bir ülke örneği temsil etmemize bağladı. Öyle ya da değil yine de sonucu zaman gösterecek.

Bekir Ağırdır ayrıca, mevcut güç sahibi kuşağın makam kaybetme korkularını yeni kuşağı bastırmaya çalışarak ve suçlayarak hatta gençleri kasti olarak eksik bularak kendi yerlerine sıkıca yapıştıklarını söyledi. Bana göre, ülkenin mevcut tablosunun sorumlusu da onlar ama faturasını çocukları ve onların çocukları ve çocuklarının çocukları ödüyor.


7 Kasım 2018 Çarşamba

MEDYAMORFOZ

Medya hakkında en güzel analizlerden birini yapmıştı rahmetli Ufuk Güldemir. “Medya iktidarı dizayn edemediği gibi muhalefeti de edemez!” başlığıyla…

Özetle basının 28 Şubat’la küstürdüğü İslamcı kesimler üzerinde yitirdiği etki ve 2002’de gelen iktidara aldığı kıvrak manevrayı analiz etmişti. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmıştı medya, onun deyimiyle.

2004 yılında kaleme aldığı yazının ardından 14 yıl geçti. Medyada neler neler oldu? Tek tek anlatmak uzun sürer ancak basın ciddi ciddi navigasyon duygusunu kaybetti, yönsüzlüğe sürüklendi. Eksenini hepten yitirdi. Duruş belirlemeyi ayakta kalmaktan ibaret saydı.

Bugün medya, hâlâ yediği dayağın etkisiyle yerden kalkamadı. Hatırlarsınız, sıklıkla kullanılan “good old days” terimi yani eski güzel günlerini hatırlayıp iç çekiyor olabilir medya. Ama içini çekenlerin bir kısmı dışarıda kalırken, bir kısmı da haksızca dışarıda bırakıldı.

Hâlbuki AK Parti iktidarından önce medya; koalisyonlar planlar, bakanlar atar azleder, hükümet kurar, hükümet yıkardı. Seçimden kimin nasıl çıkacağı sorusunun cevabı siyaset kulislerinde değil, İstanbul medya çevrelerinde aranırdı. Sonra yeni siyaset, çıkış yolunu anti-medya bir yol izleyerek buldu. O sıralarda sonu hüsranla biten “Troyka” girişimi, medyanın aslında son dizayn teşebbüsüydü. İteleme, başarısızlıkla sonuçlanınca taraflar ebediyen siyasetten silindi.

Aslında bu vesileyle medyanın dizayn etme hastalığı da bitti diyorduk ki, yakın zamanda yine hortladı. Bu kez bütün olarak medyaya mal edemeyiz ama alışkanlıklarını bırakamayanları işaret edebiliriz. Eski gençlik hatıralarıyla maç kazanılmayacağını unutan medyanın bazı isimleri bu kez büyük bir coşkuyla Muharrem İnce’yi cumhurbaşkanı yapmak istedi. Adeta son kozunu oynuyordu medya. Ölmeden önce gelen son iyilik hali gibi düşünün. Yine olmayınca bu kez çürüme hız kazandı.

AK Parti iktidarı tarafından ringe serilen medya, son yumruğunu Muharrem İnce için savursa da kendi darbe almaktan kaçamadı. Ve nakavt edildi.

Bugün gelinen durumda sebebi ne olursa olsun gazeteler birer birer kapanıyor.

Halbuki dizayn etme konusunda oldukça yetkin olan kimileri, bir gecede eski gazetesinin içini boşaltıp şaibeli bir şekilde basına dahil etmişti Vatan Gazetesi’ni. Geçen gün kapandı. Yakında Milliyet de sadece internet yayınına dönecek sanırım. Muhtemelen bazı TV kanalları da kapanış kervanına katılacak.

Yeni medya ise konuşmak-konuşturmak amacını belli kelimelerin izinden giden insanlar üzerinden yapıyor. Onları kitleleştirmeyi daha çok seviyor. Ezberin yükselişe geçtiği toplumları felsefi anlamda yorumlamaya kalkarsak ilginç bir düşünsel devrim olmalı yaşadığımız şu dönem. Çünkü konuşanlara göre nedense ülkede her şey acayip yolunda gidiyor, gariptir her şeyi doğru yapıyoruz ve eşi benzeri bulunmaz enteresan bir milletiz! Bir de şu dış güçler arada dürtmese, ne güzel bizi bize propaganda manyağı yapıyoruz kendimizi işte!

Fakat basın böyle bir devrin altından kalkamazken bataklığa doğru paçalarını sıvayan iş dünyası kendini kurtarabildi mi? Yani daha açık bir soruyla medyaya giren iş adamları yürüdükleri sırat köprüsünden düşmeden geçebilecek mi?

Belki evet belki hayır. Ancak iş dünyası uyanık olmalıdır. Zira medya tarihi Ankara’nın telkiniyle gazete/TV satın aldıktan sonra batmış iş adamları ile dolu.

Asil Nadir, İngiltere’de başarıyı yakalamışken Turgut Özal’ın telkiniyle Günaydın’ı satın aldıktan sonra battı.

Korkmaz Yiğit’in batması Mesut Yılmaz’ın isteğiyle Milliyet’i satın almasından sonraya denk düşüyor.

Karamehmet Grubu’nun yine Ankara’nın hatırıyla satın aldığı Akşam Gazetesi ve TV, medyaca bilinir ve konuşulurdu.

Siyasiler, kendilerine yakın işadamları gidip muhalif gazete ve TV’leri satın alsın ister. Hatta finansman konusunda da yardımcı olabilir.

Fakat rahmetli Güldemir’in analizinde de dediği gibi, bu başarılı işadamlarını aynı zamanda ateşin ağzına atmaktan farklı değil.

Dolayısıyla hep beraber medyamorfozing! Haberiniz olsun.

1 Kasım 2018 Perşembe

ANKARA İDEOLOJİSİ



Değişti mi sahiden?

Ankara; millete değil, devlete hizmet ettiği için hep eleştirildi. İlginçtir ki; değişime Ankara’dan başlamak isteyenlerin hepsi Ankara duvarlarına çarptı. Halbuki Türkiye’yi değiştireceksek bunun yapılması gereken yerdi Ankara!
Koalisyon dönemleri ise kalkınmanın önünü tıkayan ne varsa oralara çarpa çarpa sonunda kendini imha etti. O günün şartlarıyla ve aslında bana sorarsanız günün her şartıyla, yüzde yüz demokrasi olmadan ekonomik kalkınma olamayacağını göremediler, göremiyorlar.
Ankara yine tıkanıyor!
Millete değil, devlete hizmet adına yine öne çıktığı için, her şeyi kural altına almak istediği için, ekonomiden düşünce hayatımıza kadar kontrolü artık hastalıklı hale dönüştürdüğü için…

Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, sadece kendinden olanları klonlayan bir sistemi izlemek değil…

Oysa Ankara başka kural duvarlarını yıkarken şimdi kendi kurallarından ördüğü yeni duvarlarına yaslanıyor. O kadar katı ki oradan tam görünemiyor da….
Yeni duvarları sıvayanlar ise demokrasi bir yerden aman sızmasın diye özenle bütün delikleri tıkıyor….

Ankara’da tutuculuk değil onun şekil bulduğu duvarlardan başka bir şey değişmedi….

Büyük projelerin açılışını yaparken kendi eğitimli çocuklarını öteki mahalle diye dışlayan Ankara ideolojisi, demokrasiyi güçte bulamayacağını aksine gücünü demokrasiden alacağını acilen hatırlamalıdır.




01.11.2018