10 Aralık 2011 Cumartesi

LA FURTUNA 10

“Kaçabilen canını kurtatır”



Akşam İsmet, soluğu Sami’nin meyhanesinde aldı. Hayatının sorusuyla yumruk yemiş kadar ağır hissediyordu bedenini. Sami daha kapıda görür görmez anladı İsmet’in halini, hiç sormadan bardağını, mezesini masasına koydu. Birkaç müşterinin daha rakısını doldurduktan sonra İsmet’in masasına oturdu. ’’yüzün kararmış be paşam’’..
İsmet kafasını güçlükle kaldırıp cevap vermek istedi ama zorlandı. Göbeğinden masaya sıkışan Sami, sandalyesini biraz daha geriye itti ; “bu sefer ne oldu?”
İsmet rakısından bir yudum içti etrafa baktı; “bitmiyor Sami, bitmiyor. Benim çilem bu, bitmiyor. Öz oğlum ama onların kopyası sanki. Benden tek parça almamış. Dedesi gibi konuşuyor, anası gibi düşünüyor, ikisi gibi evde. Sanki gidenler Ensar’da yaşıyor. Hepsi bana kendimden vazgeçtiğim zavallılığımı hatırlatıyor. Öldüler ama ölmediler. Ölen yok! Bugün kalkmış ‘hayatımız kaç kilo eder’ sorusuyla dolaşıyordu çarşıda. Neymiş.. insanın duyguları kiloya denk gelse daha kolay olmaz mıymış. Bu soruya ne cevap verilir Sami!..
Kapıdan giren başka bir müşteriye kafasıyla selam veren Sami; ’’Sen bu soruya cevap veremediğin için mi bozuluyorsun paşam?”
-Senin verecek cevabın var mı peki?
-Elbet var paşam… Benim çocuğum yok bilirsin. Biz Kırklareli’nden canımızı kurtararak geldik hanımla. Toprağımızı satacak vaktimiz bile olmadı. Ah o Cevat Rıfat dedikleri mendeburu bir elime geçirsem! Şişirdikçe şişirdi milleti!
-Sami ben ne diyorum, sen hala Cevat Rıfat’dan bahsediyorsun.
-Nasıl bahsetmeyim. Karım kahrından öldü. Trakya Olayları dediler, üstünü örttüler. Toprağımı, zararımı bile ödemedi devlet. Şimdi küçücük meyhanede tek başına kaldım. Her şey bir yana, karımı çok özlerim. Senin oğlan güzel sormuş! Hatta şu Cevat bu meyhaneye yanlışlıkla da olsa bir gelse bak gör yapacağımı!
-Sorunun cevabı mı bu?
-Sorunun cevabı; benim hayatım 1 kilo bile etmez paşam!
-O nasıl oluyor Sami?
-Ben ölünce meyhane kapanır mı?
-Kapanır herhalde.
-Arkamdan içki bulamayan sarhoşlar ağlarsa, onların göz yaşları da- herhalde 1 kilo çeker. Anca o kadar ederim.
Sami de şaşırmıştı söylediklerine. 1934 yazında kaçarak geldiği İstanbul’da, hiç sorgulamamıştı ne kadar ettiğini.
Kominin işaretiyle mutfağa kontrol etmeye giderken, İsmet’in göğsü sıkıştı. Sümbül’ün öldüğü geceden beri içi sessizdi, kıpırtı yoktu. Yüreği karısını özlemiyordu ama onun öldüğü gece ve ertesi gün kendini uzun uzun sorgulamıştı, konuşmak istemişti Şeyh Rüstem’le ama yapamamıştı.
O günden sonra kapandığı sessizliğini Ensar’ın sorusu bozmuştu sanki bugün. Artık- o sessizlik büyüsünden eser yoktu.
Masada tek başına kaldığında omuzlarına başka bir ağırlık çöktü. Kendi kendine içinden konuşmaya başladı. ‘15’inde anasından-babasından kopan korkak Ari, yapamadın arkadaşlarınla gidemedin. Onlar dağın ötesine giderken sen saklandın. Sonra şeyhin yanında buldun kendini. Oldun İsmet Ensarioğlu. İstanbul’dan vazgeçemedim, kendimden geçtim. Ne adım kaldı, ne dinim. Sözde doğru yolu buldum… İçmediğim gece mi var? Hangi yol? Ben hiçbir yola gidemedim. En acısı; hasta olduğum gecelerde içki içemiyorum.
O gecelerde aynaya baktığımda 15 yaşındaki çocuk görünüyor gözüme. Piçin sorusu hiç değişmedi! Hep aynı. ‘beni neden bıraktın?, neden vazgeçtin benden?
Hala 15’indeyim ben, hala buradayım’ diyor. İçim yanıyor içim!!!. İçimdeki piçi çıkaramadım! İçim yanıyor içim!!!
***
Sümbül hayattayken böyle gecelerde eve gider karısını uyutmazdı.
Şeyh’den korkusuna huysuzluk çıkaramazdı evde. Yollarda bağıra bağıra giderdi eve. Sonra karısının odasına girdiğinde önce etrafında dolanır uyumuş mu diye iyice kontrol ederdi.
Yatağın altına sakladığı şişeyi çıkarır biraz daha içerdi. Sümbül’ün şansı varsa böyle sızardı olduğu yere.
Sümbül kocasının eve içkili geldiği gecelerde ayık olmaya katlanamazdı. İsmet küfür eder, döverdi karısını. Sümbül kocasıyla içmeye alışmıştı- öyle gecelerde en azından zevk alıyordu ama kocasının dut gibi geldiği gecelerden nefret ediyordu. Beraber kadehleri tokuştururken yumuşattığı adam, dışarıdan içkili gelince nefretini de dışarı salıyordu. İninden kaçan hayvan gibi dönüyordu eve.
Sümbül, kocasının dönüş saati gecikince meyhaneye gittiğini anlar, Ensar’ı başım ağrıyor bahanesiyle dedesiyle yatırırdı. Odasına girdiği gibi de içmeye başlardı. İsmet geldiğinde tek başına kalmak istemiyordu, kendisi de içmişse kocasının altına girmeyi beceriyordu. Bedeni yumuşacık olurdu, sözleri cilveli dökülürdü dilinden. Omuzlarının üstünden konuşur, göğüslerini dikleştirirdi İsmet’e bakarken- İsmet onu böyle görür görmez tepesine binerdi. Okşamaya gerek bile duymadan soyardı karasını. Kafasındaki tülbente takardı geldiğinde; başındaki örtüyü çekerdi ilk. Kollarını çizerdi, bacaklarını ısırır tırnaklarını kadının bütün vücuduna geçirirdi. Bazen saçlarına öyle asılırdı ki kopartacak kadar eline dolardı saç tellerini.
Mücadele ederdi Sümbül’ün bedeniyle. Bütün hıncını, nefretini karısının bedeninden alırdı.
Ama karısının içine girince garip bir şey olurdu. Az önce kıyametleri koparan, karısını oradan oraya dolayan adam kaybolurdu. Ruhu ısınırdı karısında. En çok da bundan nefret ediyordu. Biliyordu birazdan sakinleşecekti ve en kötüsü de ihtiyacı vardı.
Karısının içinde uyuşuruyordu. Dili damağına yapışıyor, bütün bağları çözülüyordu. İsmet’i en çok bu duygu yıkıyordu. Muhtaçtı Sümbül’e.. Özgürlüğünü ona teslim etmiş gibi hissediyordu.
Hıncının en büyüğü ise Sümbül’ün kocasına uymadığı gecelere denk gelirdi. Karısı o gecelerde karşısında korkudan kas katı kesilir, titrerdi. İsmet önce baş örtüsünü çıkarır, saçlarından doladığı gibi odanın öbür ucuna atardı karısını. Yüzüne defalarca vururdu. Karısı ağlasa da, dur dese de vururdu. Yere düşse tekmeyle vururdu. Çırılçıplak soyardı, içmediği için dokunmazdı. Sümbül’ün içmeyen bakışları onun nefretini daha da arttırırdı. Suçlayıcı, alaycı bakışlardı onlar. İsmet’in yetersizliğini, zayıflığını ortaya koyuyordu. Nefret ediyordu öyle zamanlarda karısının gözlerinden. Böyle geceler çok zor sakinleşirdi, İsmet… Karısının gözlerine baş örtüsünü bağlayıp, çırılçıplak soyduktan sonra beraber olurdu. Baş örtüsünü Sümbül’ün gözlerinde özellikle muhafaza eder, döve döve yine yapacağını yapardı. Gözlerini görmek istemediği tecavüzlerde sabah olmak bilmezdi Sümbül’e.. İsmet sızdığında vücuduna pansuman yapar, yaralarını kapardı.
Sümbül, babasına hiç bir şey belli etmemişti. Şeyh bazen; ‘içerden sesler geliyor’ imasında bulanacak olsa- ya kendi kabus gördüğünü söylerdi ya da İsmet’in kabus gördüğünü söyleyip konuyu geçiştirirdi.
Kanatları açılmadan kapalı kalmıştı Sümbül’ün… Öldüğü geceye kadar İsmet’in ve şeyh babasının kanatları altında sıkıştı. Oğluna açacak tek kanadı yoktu. Kanadının altına gizledi götürdüklerini.
İsmet bugün dükkanda anlamıştı. Sümbül’ün kanadını Ensar kaldırmıştı.
Aynı soru vardı. ‘Ya öğrenirse?’.. endişesini atamıyordu içinden.





**devam edecek**

3 yorum:

  1. samuel saul samuelsaul@gmail.com23 Aralık 2011 08:07

    bende burdan ediyorum, bahar hanım benimle evlenir misiniz? lütfen evet diyin.......ölürüm yoluna ölürüm.....

    YanıtlaSil
  2. Hikayenin devamını merak etmekle birlikte, o kadar dayak, işkence, tecavüz ama aynı evde kalan Şeyh Baba'ya ''kabus gördüm ondan bu gürültü'' cevabı! Burada biraz sıkıntı olmuş. Şeyh Baba'nın da aslında olanlardan haberi olduğunu fakat belli etmediğini mi düşünsek daha iyiydi?

    YanıtlaSil
  3. Bir de rica etsem ''hakkımda'' bölümünüzü Fransızca olarak da yazabilir misiniz? İngilizce bilmiyorum çünkü.

    YanıtlaSil