28 Şubat 2011 Pazartesi

‘‘BEDENİMİ ASLA’’!!!

Kaçımız iradeyi doğru biliyoruz. Ya da kaçımız iradenin hayat kurtardığından haberdarız..
Ruhuma asla!!.. diye başlayan repliklerimiz vardır ya- bu sefer ki öyle değil.
Bu kez fiziğin anlam kazanmadığı yerde mücadelesini teslim olmayan ruh veriyor.
Her şey tersine dönüyor. O başlıyor.
‘Bedenimi asla’!.. ruhun en tatlı nakaratı oluyor.

Bir öleni vardır. Bir ölüp ölüp dirileni, bir de hiç ölmeyeni.
Ne çok insan biliriz tanımasak da, dokunmasak da artık aramızda yoklar. Ne kıymetlilerdi. Kendileri, aileleri, sevgilileri, hayatları vardı.
Hiç gitmeyecek gibi yaşadılar belki.
Ya da çok korktular ya gidersek diye. Sonları aynı. Korkanı da kalmadı, korkmayanını da götürdüler.

Elimden tutan bir erkek çocuğu var. Beni bir yerlere götürüyor. Minicik daha. Ama hızlı yürüyor. O benden daha kararlı.
Sorgulamıyorum. Minik olması hiç derdim değil. O kadar güven veriyor ki her şey- ben de akıyorum.

Bir restorana giriyoruz. Yıllar önce kaybettiğim, canımdan eksildiğini hissettiğim biri oturuyor masada. Çok iyi tanıdığım biri.

İnanamıyorum önce. Kanıyla canıyla masada, hatta daha önce gittiğimiz restoranların birindeyiz. ‘Kim bilir kaç defa kalabalık yemekler yedik orada’ derken- ben masaya oturuyorum.
Yüzümde hiçbir şaşkınlık yok. Hatta Ona dönüyorum.
‘e sen ölmedin mi nasıl oluyor da burada oturuyorsun’ diyebiliyorum. Gayet sakinim.
‘Tabii ki öldüm ama sen ölümden ne anlıyorsun ki’ diye soruyor bana!!
Ne anlayabilirim ki?
Hayata yapışmayı öğrenmişim, sıkıca tutunmak sonra bildiğim en iyi şekliyle yaşamak.
Korkularım, duvarlarım, kurcalayıp kurcalamadıklarım- hepsi iç sesim oluyor.
Hiçbir mantığı yok.
Zaten öyle bir yerdeyim ki bir tek mantık yok.
Burada başka şeyler gerçek.
‘Anlat o zaman ne peki bu yaşadığın, sen tam olarak neredesin’ diyorum.
O anlatıyor!
‘Bir yer var. Gidenin tam gitmediği ama sizin tamamen gittiğini sandığınız bir yer. Tamın gözüktüğü, en uca gitmeden önce ki durak.’
Başka bir kapı açılıyor zihnimde, O anlattıkça. Şaşkınlığımı fark ediyor, gülümseyerek devam ediyor anlatmaya.
‘Tek şartı var. Öz iradenden yersen, burada kendini eritir ve en uca doğru kayarsın. Yani uzaklaşsam da sorumluluğum devam ediyor.
Mesela istediğim herkesle yanında olmasam da farklı yollardan iletişim kurabiliyorum.’ Ama burada sorumluluk daha ince ayarlar üzerine kurulu’..
‘Sen ben yok işte’ diyiveriyor.
Masaya tutunuyorum. Bir şeye dokunmam lazım. Somuta dokunmam lazım. Suretime bakmam lazım aynadan. Var mıyım?
Şükürler olsun ki varım! Aklım gidip geliyor.
O fark ediyor halimi. ‘Boşuna uğraşma aklın almayacak bunları sadece ruhun anlıyor ne dediğimi yani burası bedenimi asla yeri’ dediğinde içimde hissediyorum sözlerini.
Biraz daha konuşuyoruz bana kitabımla ilgili ayrıntıları veriyor. Kaçırmamam üzerinde durmam gerekenleri söylüyor, dinliyorum ve rüyamda not alıyorum. O notu nereden bulacağım hiçbir fikrim yok ama not alıyorum. Ve diyor ki;
’’İnancım kalıyor. Arkasında ben varım. İradem var. Bizi- beni kalksa da inanç ve irade gitmiyor yok olmuyor’’. Diyor.
Bu günlerde kendini bana yazdırıyor.

2 yorum:

  1. Bu yazının üzerine söyleyecek bir şey bulamıyorum.Sadece hiç bir şey söylememeyi sadece düşünmeyi ve düşündüklerimi uygulamayı düşünüyorum :)

    YanıtlaSil