12 Mayıs 2011 Perşembe

KESİŞME...

Kabul edelim, bir şeyler muhakkak bir yerlerde birleşiyor. Ya da biz hep bir yerlerde kesişiyoruz. Hatta nadiren- hem kesişiyoruz, hem de hikayenin en başına hakimiz. Ara ara o hikayenin bir içine çekilip haberdar oluyoruz ama sonra yine yokuz.
Aradan belli bir zaman geçiyor, bir şeyler oluyor. Araya başka hikayeler de giriyor. Ama yeni bir şeylerden önce biz mutlaka ve ısrarla yine karşılaşıyoruz.
Sadece bugüne kadar, hiç böyle karşılaşmamıştık…
Tramvaya biner binmez- adım attığım kapıdan kafamı kaldırdığım an oradaydı. Çok zayıflamış, tanımakta zorlandım. Ama bakışlar ve gülüş hiç değişmez ya! Onun da çocuk gibi parlayan göz bebekleri, sıcak gülüşü hiç değişmemiş. Başka her şey değişmiş. Onunla karşılaşmalarımız her seferinde hayatlarımıza başka bölümler açtı... Ama O, bu kez sınırı öyle bir yere çizmiş ki; acaba bir daha onunla kesişebilir miyim?

***
Arkeoloji Müzesi’ne yeni gelen eserleri ve yenilenen bölümü görmek için koşturarak, Topkapı Sarayı’na çıkan Osman Hamdi bey Yokuşu’na yetiştim. 19.yüzyılın Osman Hamdi bey’i ile kaderi değişen müze binası, en az içindeki eserler kadar eşsiz. Bahçeden girdiğim kapı, daha o dakika- nefes nefese kaldığımı bile unutturdu.
Müzenin içine girince; Zeus üst katta heybetiyle uzun bir koridorun sonunda bekliyordu. Kafamı Zeus’tan sola doğru çevirdiğimde; çocuk Eros’lar bin yılların neşeli ruhunu yitirmemiş. Hala oyun oynar gibiydiler.
Müze; Troya, Likya, Eski Roma, Bizans, sadece doğanın gücünü kabul etmiş medeniyetler, tanrının heykelini yapmış, tanrıya kurbanlar vermiş inançlar, bildiğimiz- bilmediğimiz hangi medeniyetl varsa çoğu burada dondurulmuş. Aynı zamanda sanki birileri bir düğmeğe dokunsa, anında canlanacaklar hissiyle ordalar üstelik…
En dramatik olan; müzenin içindeki eserlerin ve eserlere konu olanların da aynı çatı altında olması. Binlerce yıl önce birbirlerine karşı verdikleri amansız savaşa rağmen- kesiştikleri yerde beraberler. Üstelik bu kez başka müzelere gidebilmek için dünyayı da beraber dolaşıyorlar.
Ölümsüz bir kesişme var burada.
Onlar kanıyla- canıyla yok ama onlara ait olanlar burada kesişiyor. Kısmen yenilenen müze ve yeni eserler şerefine verilen kokteyl boyunca aklımda tek kelime vardı.
‘Kesişme’...

***
O'nu ilk tanıdığımda; öğlenleri odama aniden girip ‘hey napıyorsun bakalım’ derdi.
Çalıştığım televizyonda direk genel müdüre bağlı, dizilerin prodüksiyonlarından ve izlenen bir çok projeden sorumluydu. O bir şeylere ‘olsun’ diyorsa mutlaka olurdu.
Hırslı, çalışkan ve tanıdığım en iyi yaratıcı beyinlerden biriydi.
Her şey istediğinden de hızlı gitti kariyer basamaklarında..
2007 Temmuz’una kadar..
Sonra öyle bir şey oldu ki; bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmadı ona.

2007 Temmuz’uydu tatile gidiyordum, yoldan konuştuk ‘dönünce şu gün buraya muhakkak gidilecek’ diye sözleştik.
Döndüğüm gün hava alanından eve gelirken aradım. Ablası çıktı telefona ve yoğun bakımda olduğunu söyledi. Amerikan Hastanesi’ndeymiş, apar topar gittim. Valizleri bile Amerikan hastanesi resepsiyonuna bıraktım. Tabii göremedim onu, yoğun bakımdaydı. Ama ablasıyla, doktorlarıyla konuştum. Öyle umutsuz bakıyorlardı ki- yüzüme sanki her an her şey olabilir gibiydi.
Binde bir olan omurilik iltihabına yakalanmıştı.
Daha 1 hafta önce gülerek konuştuğum kişiyle konuşamamak tarif edilecek bir şey değil, çok çaresiz hissetmiştik.
Birkaç hafta sonra iyi işaretler gelmeye başladı, herkesin duaları kabul oldu ki; O da iyileşti. Gözlerini açtı, hayata yeniden döndü.

Ama bildiğimiz, alıştığımız hayatına dönmedi, çok düşündü ama eskiye dönmek istemedi. Aslında hastaneden önceki hayatını suçladı olanlardan. Çalıştığı kanala gitmedi. Bir daha çalışmak istemediğini söyledi.
Ara sıra sahilde yürürdük; derin bir sorgulama damarı açmıştı kendine. Uzun saatler, günler, aylar sadece düşündü.
1 yıl önce evine gitmiştim. Yine çok eğlendik ama bu sefer başka bir yöne doğru gittiği belliydi. Eskiye dair bir şey bırakmayacağını anladım. Ama ne yapacağını bilmiyordum. Bundan önce geçen yıl Kuledibi’nde karşılaşmıştık, ayak üstü konuştuk uzun zamandır görmüyordum ki; Sultanahmet durağında bindiğim tramvayın içinde oturuyordu. Çok şaşırdım. Nasıl bir tesadüf beni o kapıdan, o an içeriye sokarken aynı anda onu da oraya oturtabilir ki?
Öğrendiklerime daha da fazla şaşırdım. Meğer artık çantası sırtında turist gibi dünyayı geziyormuş. İstanbul’a yeni gelmiş ve ertesi gün yeniden başka bir yere gidecekmiş. Çok mutluymuş. ’’hiç plan yapmıyorum, öylece geziyorum.’’ dedi. Modern derviş tadında konuşuyordu. İlla dua bilen, ilmihalle gezeninden değil de- kendine, kendi felsefesini edinmiş post-modern bir derviş olmuş…

Bahsettiğim kişi medyanın çok önemli projelerine imzasını atmış, belli bir kesimin iyi tanıdığı ve bir kaç yıl önce kaybettiğimiz ünlü bir ismin de yeğeni..
Onun geçirdiği dönüşümü müzeleştiremem, duvara da asamam belki ama bunlara şahit olduğum için ‘kesişmeyi’ burada tarihe not düşebilirim.

Bizim için hayat kesişmelerden fazlası değil çünkü..









(Martı’nın Günlüğü)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder