2 Mayıs 2011 Pazartesi

Kendi Vatandaşından Korkandan Kabile Bile Olmaz!

İki sene öncesinin 1 Mayıs’ında, Cihangir’de kendi evimde otururken biber gazından zehirlendiğim günü, devletin aklı selimliği bir yana zehirlediği bile konusunda artık şüphem yoktu. Hem meydana gidemedim, hem işe gidemedim arbededen, ama evimde zehirlendim. Böyle bir çözüm olabilir miydi sizce? Giden kadar mağdur, gitmeyen kadar esir eden çözümler mi bizi kurtaracaktı?
Kurtarmadı. Ve devlet hiçbir işe yaramayan korkularını birer birer bırakmaya başladı.
1 Mayıs’la en azından meydanların özgürleşmesi hesaplaşmasında önemli bir sınav veren ‘devlet’, pazar günü ilk kez vatandaşına hizmet etti. Kendi vatandaşından korkan sistemin ayakta kalamayacağı gerçeği hatırlandı.
Kendi milletinden korkan bir devletten ne köy, ne de kasaba olacağı anlaşıldığı süreçte yasaklarıyla yüzleşen devlet, kanun devletinden hukuk devletine doğru bir ses verdi.
Yasakların çok olduğu ülkelerin sonunu hepimiz biliyoruz. Sonsuza kadar ayakta kalanı tarihte henüz görülmedi.
Peki ya başka korkularımız? Mesela ‘baş örtüsü korkusu’ bitti mi? Konuşulmaması çözümün işareti mi? Şimdilik öyle değil.

Benim için kavramların dehası.. Bir çok kişiye de ‘hah tam da bunu diyecektim’ dedirten isim..
Nilüfer Göle.
Bazılarını ayırarak malum aydınların ‘olması gereken’ hal diye kalıplaştırdığı, iki adım ileri gitmeyen kavramlarından çok uzaklara gidiyor. Uzlaştırıyor, ruh katıp yumuşak geçiş için damar açıyor.
Göle’nin son kitabı söyleşi türünde. Ayşe Çavdar soruyor, O cevaplıyor.
Ayşe Çavdar’ın önsözü kitaba çarpıcı bir giriş yaptırıyor. Çünkü Göle’nin önceki çalışmalarından biri olan ‘Modern Mahrem’i ikinci okuyuşunda artık baş örtülü olmadığından bahsediyor Çavdar.
Kısacası sistem dışına itildiğini ama kendisini ait bulduğu başka sorularla, başka platformda var ettiğini anlatıyor.
Ayşe Çavdar’ın tercihi kendi perspektifinden doğru olabilir. Ama kabul görmemesi onu daha da radikal bir noktaya ulaştırabilme ihtimalini beslerken, O kendi çabasıyla bilgiyle farklı bir yol seçiyor.
Ama burada önemli olan Ayşe Çavdar’ın yolu değil, sistem dışına iten irade. Haliyle Göle de ekliyor. ‘Farklılık uzaklık değil. Farklılık ve yakınlık bir arada olabiliyor’. Baş örtüsünü daha dişi bulan Göle ve Çavdar; ruj sürmekle- baş örtüsünü iğneyle tutturmak arasında fark görmüyor. Çünkü ikisi de kadını artık daha görünür yapıyor.

Bugün bir kadın dekoltesiyle, mini eteğiyle ne kadar kadın olduğunu vurguluyorsa, baş örtüsü takan kadın da, diğer uçta- o kadar kadın olduğunun altını çiziyor. Kulvarlar farklı gelebilir ama değil. Aynı sistemdeler. Biri diğerinin öteki ucu görünse de- aslında sadece öteki yüzü.
Aydınlara sorarsanız; belli söylemlerin dışına çıkan yok. Ama merak ediyorum Göle’yi ve bazı aydınları dışında tutarak, geçmişin aydınları çıkıp zamanında bu tartışmaları kilitlememiş miydi?
Çıkıp New York Times, Wall Street Journal ve Washington Post gibi gazetelere ‘Türkiye’yi karanlık günler bekliyor’ dememişler miydi?
Peki şimdi ne oldu da aydınlar söylem değiştirdi?
Dünya değişti, bakış açısı değişti, dinamikler değişti mi diyeceksiniz?
Bu devirde artık kalmadı o fikirler mi diye düşünüyorsunuz?
Hiç biri değil. Bugün Türkiye aydınlarının yarısının hala kafasının arkasında bir şey değişmedi.
Değişen tek şey şekil değişikliği. Aslında baş örtüsünü aydınlar başlarına taktı. Tutarsız cesaretten uzak yaklaşımlarıyla, korkularıyla yaptılar, üstelik de korkutarak.

Bir taraftan bakınca kendi düşüncelerini savunmakta gösterdikleri üstün kaliteye saygı duyuyorum. Tıpkı Orta Doğudaki reformlara karşı çıkanlara duyduğum saygı kadar. Ama onlarsız bir Türkiye düşünemiyorum. Çünkü onların işaret ettikleri siyahın aslında gri ya da beyaza yakın olduğunu biliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder