9 Kasım 2011 Çarşamba

Gülben’in ‘ağzı kokuyor’!

Hemen başlıktaki gibi düşünmeyin, meselenin başka bir taraf var!.
Kavga, şiddet, özellikle kendini olduğundan daha başka gösterme çabaları.. Mesela; ona- buna çakılan geyikler için, ‘ergen’ ruh hali denir, siz de biliyorsunuz. Gayet normal bir dönemdir. Anlayış, sabır gösterilir. Çünkü geçici olduğu bilinir. vs. v.s...
Ama ergenliğin öyle ilginç örnekleri var ki; kör olsanız, gözünüzden kaçmaz. Aslında bunu yaşatan niceleri var ki; yerinde durmaz.
Eskiler ise böyle durumlar için pek acımasız davranmışlar. Örneğin; yaşı kemale eren biri- hala ergen işler peşindeyse- Osmanlının büyükleri; ‘ağzı kokuyor’ dermiş.. Kötü konuştuğu için, kendini hala ergence ifade edebildiği için…
Ham diye bellediklerini; kahvehanelerde aralarına almaz, evlerine davet etmezlermiş. Sözüne, özüne itibar edilmeyenler için; ‘ağzı kokanlardan’ diye isim takılmış, halk arasında… Tam bunu bir kitapta okuduktan sonra; gazete okuduğum bir haber dikkatimi çekti.
Durum, nerdeyse bütün gazetelerin magazin ekindeydi.
Gülben ‘Ergen’; “uçakta en öndeydim, arkaya bakmam, kalın gönderme” vs… demiş..
!!!
Haberin içeriğini dikkatle okudum acaba başka bir benzetmeye istinaden falan mı diye. Yok hayır. Gayet söylendiği gibi.
Yani espri anlayışı bile yok, olayın. Öyle bir zeka parıltısı da yok haberde. Gerçekten öne oturmuş ve uçakta arkada oturan Sibel Can için arkaya bakmam vs. demiş.
Umarım canı sıkkın olduğu bir gündür, yoksa kendisi için;
Gülben’ gerçekten ‘Ergen’… demekten başka bir şey gelmiyor aklıma..

***

İstanbul ya da Sistembul!…

Bayram manzaraları diye başlamak enteresan olurdu, aslında daha medeni yapardı bizi. Hani normal günler trafik sorunu ve arabasını tarlasına park ettiğini zannedenler, etrafı leşe çevirenler, bu leşleri de ayrıyetten toplamayanlar… Liste o kadar uzuyor ki…
Keşke bayram günlerinde olsaydı bir tek!!!.. İş günlerinde her şey öyle tıkırında ki; canım bayramda da, bir salalım artık diyebilseydik..
Ne mümkün!
Trafikten başlayalım derim. Fatih Altaylı trafikte saklambaç oynayan trafik polisleri için; ‘aa bak polis’ göndermesini yaptı. Hani türü, nesli tükenmişlerden diye...
Hıncal Uluç, daha ağır bir yazıyla İstanbul trafiğinin rezilliğini, İstanbul’un sahipsiz oluşuna bağladı..
Benim gözlemlerim ise daha acıklı.
İstanbul’a hizmet edenlerde, İstanbulluluk ruhu olmadığına şüphem kalmadı!.
Hizmet onların kütüphanesinde; başka anlamlarla donanmış.
Mesela; yeni toplu taşıma almak, veya metro yapmak hizmet demek onlara..
İstanbul’u koruyabilmek, tarihi yapıların yerine- eğri büğrü garip binaların işgaline izin vermemek, otoparksız yapışık binalara müsaade etmemek, trafiğin akışı için abuk subuk parklara izin vermemek, sahil şeridi boyunca demirlemiş tekne atıkları için- teknelere ceza kesebilmek.. Eline her oltayı alana balık tutturmamak v.s… bunlardan bir sürü yazabiliriz ama özetle bunlar hizmet kapsamına değil, şehirde yaşayanın keyfine kalıyor.
Bir de meşrebine…
Sistemi olmayan yerde, herkes kendi kendine bir yol bulmuş zaten, aynen devam ediyor.
Bayramda sahil yolunu tarla sanıp park edenlerin saygısızlığı, sahilde yürüyüş yapayım derken oltaların gazabına uğramak, hayatında balık tutmamışların yavru balık katliamları, Arnavutköy, Bebek ve emin olun koca sahil şeridi boyunca kokuşan tekne atıkları.. Prezervatifinden, aklınıza ne gelirse var, kıyılarda…
Hıncal Uluç’un virgülüne ilaveten, sahi kimin İstanbul’u bu, bilen var mı?

****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder