1 Ocak 2013 Salı

Aşk Zamanı


Geçmişten Geldi.
Mesafenin hesaplanamadığı binlerce, belki de milyarlarca kilometre öteden koştu.
Davet edildiğini bilerek.

Akşam üstü güneşi beraber batırmak için buluştu, iki arkadaş.
Esma ve Hale.
Galata kulesine yakın bir cafeye kuruldular. Hava sonbaharla yaz arasında kararsızdı. İkisinin de ince hırkaları günlerdir çantalarının ayrılmaz parçasıymış.
Cafenin önündeki kaldırımın üstündeki masaya oturdular. 30’larının başında iki bekar genç kadının eski dönemin aşklarını konuştuğu, hatta ‘Muhteşem Gatsby’nin 1970’lerdeki versiyonundan sahnelere güldüğü sıralardı..

‘Kayıtlı geçmişten’ aşkı çağırabilir misiniz? Taaa eskilerden.. Belki de önceki hayatınızdan!.
**
Üzüm ‘evet, şahidim’ diyen işaretler yapıyor.
Hikayenin tek tanığı.
Cafenin kapısında yaşayan arsız kedi, Üzüm.
İstanbul’da gördüklerini, gözlerinin içine kaydeden tek tembel kedi. İstediğine gözlerinin içini açıp gösteriyor yaşananları..
Üzüm’ün gözlerinden izledim.
Film gibi.
**
İki güzel kadının hararetle konuştuğu sırada Esma’nın gözü, tam önlerinde duran arabaya takıldı. Siyah bir arabadan iki takım elbiseli adam indi.
Biri 35’lerinde, saçları hafif omzuna değecek uzunlukta ve iyi giyimli. Yanındakine göre daha yakışıklı. İlk bakışta göze çarpan bir havası var. Diğeri ise 45’lerinde bir insanın ilk bakışta ilgisini çekemeyecek kadar silik ve sıradan hali, sadece birkaç saniye sürüyor.
O kısa saniyelerin ardından sihirli bir şeylere doğru götürecekmiş gibi büyük bir istekle kendine baktırmaya davet ediyordu, adam.
Saçlarını geriye doğru muntazam taramasını tuhaf buluyor, Esma.

Adamların arabadan kararlılıkla indiği sahneye kilitlenmişken huysuzlanan Üzüm bir anda yan masaya gelen yemeklere kilitlendi. Onu ikna etmem zaman aldı. Sonunda karnını doyurup, tüylerini okşadığımda hikayenin kalanını gözlerinden izletmeye devam ettirdi.

İki adam da çok önemli bir işi, bir dakika sonra çözecekmiş gibi kendilerinden emin adımlarla yürüyorlardı.
Onlar cafenin içine girip ortada görünür bir masaya geçerken, Esma ve Hale konuşmalarına kaldığı yerden devam ettiler.
Aradan dakikalar geçiyor belli ki; çünkü görüntünün devamında Üzüm’ün başka kedilerle garip maceralarını izliyorum. Küçük bir tenekenin peşinde kaç kedinin ısrarla koşabildiğine şaşırıyorum.
Bir süre sonra Üzüm kızların yanına dönüyor.
Esma, hesabı istemeden önce tuvalete gitmek için masadan ayrılıyor, bizim uyanık Üzüm de peşinde. Merdivenlerden tuvalete inip, kadınlar tuvaletinin dolu olduğunu anlayınca tereddüt etmeden erkekler tuvaletine yöneliyor, Esma.
Çok geçmeden, cafeye gelen adamlardan saçları geriye taranmış olanı, ikinci dünya savaşını anlatan dönem filmlerinde gördüğüm takım elbiselerinden birine benzettiğim ceketini düzelterek iniyor merdivenlerden. Tuvaletin kapısında beklemeye başlıyor.
Ne oluyorsa birkaç dakika sonra içeriden çıkan Esma ve adam, tuvaletin kapısında birbirlerine kilitlenmiş halde bakakalıyorlar.
Üzüm, ne olduğunu eksiksiz anlayabilmek için etraflarında tam bir daire çizmiş.
Kedi değil, yönetmen sanki.
İkisinin birbirine baktığı anları, Üzüm’ün keskin gözleri; 360 derece aşk filmi çeker gibi kaydetmiş..
İzleyince garip bir şeyler olduğunu anlıyorum ama kelimelere dökmek zor.
Esma’dan başka kimse anlatamaz. Şaşkınlıkla gözlerimi kocaman açarak Üzüm’e bakıyorum. O rahat. Birazdan sürprizi göreceğimi bildiği için fırlama bir gülümseme takınıyor kendine.
Bir kez daha bildiklerim yıkılıyor. Yine Üzüm’le.
O andan sonra merdivenlerden bambaşka bir Esma yukarı doğru basamakları tırmanıyor. Üzüm gözlerini iyice yaklaştırdığında fark ediyorum.
Esma yakalamış.?
Masaya oturduğunda başka bir kadın gibi anlatıyordu Hale’ye, başka birinin kadını, onu çok seven.
“Kendimi bir an unutmuş olsam, hayatımın en büyük parçası olduğunu sanacak kadar tanıdığım ama adını bile bilmediğim o adama sarılacaktım.
Anlamıştım. Daha arabadan inerken beni içine çekecek kadar kendinden emin geldi, buraya. Benim için geldi.”
Hale kimden bahsettiğini anlamaya çalışıyordu. Arkasına dönüp kafenin içinde masaya otururken gördü adamı. Aynı bakışlar adamın yüzündeydi. Adamın, Esma’ya ne kadar çok benzediğini söyledi. Pudra ve kahverengi arası takım elbisesinin bu döneme uyan ama başka bir döneme aitmiş havasından bahsetti. Esma söyleyeceklerinin çok önemli olduğunu Hale’nin de anlamasını sağlayarak; eliyle Hale’nin yüzünü kendi gözlerine doğru çevirdi.
“Baktığım gözlerin içi bu devirde yaşamıyor Hale! Hatırlıyor musun? İki ay önce eski resimlerin sergisine gitmiştik. 1980, 1990 ve 2000’lerin gülüşünde sıcaklık bulamamıştık. Sonra 1940’ların gülen yüzlerine takılmıştım ben, derin bir sıcaklık bulmuştum, o yıllarda.”
Hale sonunda ne çıkacağını anlayamamış ama soluksuz dinliyordu, Esma’nın coşkusu daha da yükselmişti.
“İşte o gözlerden bana ait olanı az önce gördüm. Aynı zamanda derin bir hüznü de vardı, gözlerinde. Beynim, aklım hiç bir şey hatırlamıyor ama az önce kalbim her şeyi hatırladı. Bana gözleriyle anlattı.
Hale! güzel bir gülüşü ancak çok derin bir acı koyabilir yüze.
1940’lardan geldi. İnanabiliyor musun? Geldi!”
Esma sözünü bitirdiğinde derin bir nefes aldı. Hale ise tereddüt etmeden sandalyesinden ayağa fırladı.
Adamın kim olduğunu soracaktı. Esma’nın tüm direnişine rağmen kafenin içine daldı. Ne olursa olsun kim olduğunu soracaktı. Büyüyü bozma ihtimali canını sıksa da, bu merakla yaşayamazdı.
İçeri girdiğinde yaşlı bir çiftten başka kimse yoktu.
Başka çıkış kapısı olmayan kafenin alt katındaki tuvaletleri kontrol etti. Yine kimseyi bulamadı. Yaşlı çifte kahve servisi yapan garson da hatırlamadığını söyledi.
Donuk bir yüzle masasına döndü. Esma’ya sordu.
“Adamlar ben içerideyken mi çıktılar?”
Esma, kapıdan kimsenin çıkmadığını söylediğinde devam etti.
“Adamları eğer şu kapıdan bu kafeye girerken görmeseydim sana asla inanmazdım. Ama kendi gözlerimle gördüm. Şu bitli kedi bile gördü. Hatta onu sevdiler. Ama şuan içeride kimse yok!”
Esma hiç şaşırmadı. Tek cümle edip kafeden caddeye doğru gitmek için Hale’ye işaret etti.

“Aşk benim zamanıma dönüyor, Hale.”

Esma’nın sözleri, arkadaşının etrafa bakınmaya devam etmesine engel olmuyordu ama sonunda Hale de çantasını alıp arkadaşının adımlarına yetişti.
**
Finalinde tedirginliğini saklamayan Galata’nın mor patili kedisi Üzüm, hikayeyi bana izlettikten sonra bile yolda saçları geriye doğru kim varsa, önüne geçip inceliyordu.






1 yorum:

  1. güzel gerçekten ama bir iki dil yanlışı olmasa daha güzel olurdu:
    1-Cafenin kapısında bu kısım "Kafenin" olsa daha güzel olurdu;hatta sonlara doğru siz de yanlışı düzeltmişsiniz farkına varmadan "kafe"diyerek.
    2-"Siyah bir arabadan iki takım elbiseli adam indi" burada anlam bulanıklığı var "takım elbiseli iki adam indi" şeklinde olmalıydı cümle.

    YanıtlaSil