2 Kasım 2010 Salı

TANZİMAT-I KAYIP !

19. Yüzyıl… Bugün ‘tanıdığınız’ kim varsa hepsi orada. Ya savaşıyorlar, ya roman yazıyorlar ya da en önemli icatları çıkıyor içlerinden.

Öyle bir devir ki; Darwin yaşıyor. Alfred Nobel hayatta. Dostoyevski, Victor Hugo ve Tolstoy henüz en önemli eserlerini yazıyorlar. Bunlar sadece bir kısmı.
Bugüne gelen ne varsa, o gün herkes orada. Hepsi hem tanık, hem de her şeyi inşa ediyorlar. Hepsi içimizde. Bugün ne-isek genimizde onlar var. O yüzden onlara ait ne bulsak dokunuyoruz. Tabii bulabilirsek!

***
Tarih: 3 Kasım 1839. Yer: Gülhane Parkı.
Gülhane-i Hattı Hümayün ilan edildi; Yani Tanzimat Fermanı okundu ve yeni bir devir başladı. İsmi Tanzimat Devri oldu.
Osmanlı Devleti’nin hem yenilenmeye hem de dışarıyla ilişkisini güçlendirmesinin vaktiydi. Tüm dünya yeni buluşların, yeniliğin peşinden giderken Osmanlı sessiz kalamazdı. Kalmadı.
Ancak yüzyıllardır ‘Saray’ın dilinden dökülen kararlar da öyle ha deyince devlete, yasalara bağlanamazdı, bir anda uygulanması beklenemezdi.
O yüzden Osmanlı’nın Tanzimat’ı ‘öksüz’ açtı gözlerini, dünyaya.

2000’li yıllara kadar uzanan bitmez tükenmez tartışma ‘batılı mıyız-doğulu muyuz’ çelişkisi de böylece başlamış oldu. Ne batılı olunabildi, ne de doğulu kalındı. Mektebin yanında medrese, batı hukukunun yanında eski hukuk, batı müziğinin yanında doğu müziği gibi tartışmalarla ‘Tanzimat’ tam bir karmaşa yarattı.
Değil çeşitliliğin kabul edilme ihtimali, zaman zaman tek seçenek bile fazlaydı o günlere. Üstelik tek konu ‘Avrupa Açılımı’ da değildi.
O devir Osmanlı’nın kapısında bekleyen ABD de, sonunda izni kopardı ve ABD-Osmanlı arasında ticari ilişkiler resmen başlamış oldu. Üstelik gelecek 50 yıl içinde de yükselişe geçecekti bu ilişkiler.
Osmanlı Devleti gelişim için bazı adımlar atıyordu ancak 19. yüzyılda demir yolları taşımacılığının başlamasıyla gelen sanayi devrimiyle beraber bir çok ülkede kentleşme başladı. 1830’larda Fransızlar, Cezayir’i Osmanlı’dan aldı. 1839’da Yunanistan, isyanlar sonucu bağımsız oldu. Her yerde sürekli bir şeyler oluyordu. 1800'lü yıllarda değil soysal ağa, mektup arkadaşlığı bile vakii değildi.
Yokluğun, imkansızlığın iliklere kadar ilerlediği günlerdi. Öyle bir devirde atıldı aslında Türkiye’nin de tohumları. Farkında olunmadan elbet.
İmparatorluktan, vatandaşlığa kadar gidecek tarihin kapısı aralandı.

Ferman ilan edilince; kimi kesimler demokratikleşmenin somut ilk adımı görüyor Tanzimat’ı. Kimileri, ülkedeki yabancılar ve rütbelilerin mal varlılığının güvence altına alınması olarak görüyor ilanı. Bazıları ise ‘Fransız İhtilali’nin milliyetçi etkisini azaltmanın başka yolu yoktu’, yorumunu ekliyor. Daha da ağır ifadelerle ‘düpedüz padişaha karşı bir darbeydi Tanzimat’ın ilanı’ diyeni de çok oluyor.

Öyle ya da böyle. ‘Astığı astık, kestiği kestik’ diye okunmuş bir saltanatın kendini yasalara bıraktığı bir döneme geçişin ilk sinyalleri geliyor peşine…
Padişahın artık canının isteyip de ‘tez getirin kellesini bre’ diyemediği bir perde açılıyor Osmanlı’da. Son perde olmuyor ama sonu da hazırlıyor çoklarına göre.

Gel zaman git zaman; Gülhane Parkı içinde okunan Tanzimat ilanı, sonraki yıllarda Atatürk dahil bir çok aydının da tepkisini çekiyor. Atatürk; ‘Tanzimat Devri’nin ekonomik yönden Osmanlı’yı hem zayıflattığını hem de haksız uygulamalarla sanayi ve tarımın gelişme olanaklarını yok ettiğini söylüyor.
‘Tanzimat’ı aşırı Avrupacılık olarak suçlayan bazı milliyetçiler çıkıyor. Devrin fikir adamlarından yazar Ziya Gökalp ise, Tanzimatçıların batı medeniyetini yarım-yamalak alarak memlekette bir sürü ikiliklere yol açtığını anlatıyor.

***
Sırrı Süreyya Önder’e anlatmıştım. O da kalemine vurdu konuyu. Radikal’de Tanzimat devrini anlattı. Sonra sordu ‘Sahi bir Tanzimat Müzesi vardı, ne oldu’? diye.
İşte O müze artık yok!.

Bundan 1 ay evvel, Gülhane Parkı’nın kapısından girdim. Görevli ve oradaki sorumlular dahil sorduğum hiç kimsenin Tanzimat Müzesi’nden haberi yoktu. Hatta adını hiç duymadık diyenler bile vardı.
Sadece bir güvenlik görevlisi hatırladı ‘Tanzimat Fermanı burada ilan edildi’ diyerek müzeden haberi olmadığını peşine ekledi.
Sormadığım yer kalmadı. Sonunda tanıdıklar vasıtasıyla araştırınca ortaya çıktı. Meğer Tanzimat Müzesi, 10 yıl önce restore edilmek üzere kaldırılmış, içindeki eşyalar da belediye depolarına gönderilmiş…
10 yıl önce!!!
19.yüzyıla dokunan ne varsa geçtiği yerde tıkanıvermiş.
3 Kasım Tanzimat’ın yıldönümü. Okumak lazım, en azından google’dan da kaldırılmadan.

2 yorum:

  1. Cep telefonu yok, internet yok, petrol yok, gürültü yok, nükleer tehlike yok, hava kirliliği yok, deniz kirliliği yok, GDO yok, borsa yok, futbol ve yorumcuları yok vs. vs. vs. Hacı Arif, Hacı Faik, Dede Efendi, Mesud Cemil, Şevki Bey, Schumann, Chopin, Pagannini, Brahms var... Bir bakışa aşık olmak, yere düşürülecek bir mendil için yanıp tutuşmak var... Ne güzel günlermiş...

    YanıtlaSil
  2. 19. Yüzyıl, bugün ekmeğini yediğimiz her şeyin buğdayının hasatlandığı bir yüzyıldır. Hani Sosyete pazarlarından aldığımız meşhur "God is dead" tişörtleri var ya, işte o sözü söyleyen "akil" adam Friedrich Nietzsche'nin de yüzyılıdır.

    Mazimizde Cartel adında bir rap grubumuz vardı. Onların harika liriğidir "Memlekette yabancı, burada yabancı" diye. İşte Tanzimat, öyle insanların idealiydi ve her ideal gibi sadece hayallerde güzel kaldı.

    Blogunuzu yeni keşfettim, ara ara okuyacağım artık :)

    YanıtlaSil