5 Kasım 2010 Cuma

ZEVKYOL EMİNE

Başlığın içindeki ‘yol’; kelimesi itibariyle bir iktidar partisini temsil etmese de, iktidar meselelerine derinlemesine giriyor.
Seks ve zevk üzerine kalem oynatmanın riskli olduğunu bilerek bu konu üstündeyim. Çünkü her şeyi konuşmaya çalışan toplumun konu buralara gelince susmasını ilginç buluyorum. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmasını anlayamıyorum! Hatta diziler ve filmler üzerindeki seks sahneleri çıksın baskısını tuhaf karşılıyorum. Hele de bunu ahlak çatısı ve toplum değerleri altında yapma girişimlerine inandırıcı gözlerle bakamıyorum.
Bu ülkede kimse sevişmiyor mu?
Her doğal olanı illa kurallara bağlayıp normalleştirme çabamız niye? Her şey normal olmak zorunda mı?
Hiç ‘normal sevişme’ diye bir kavram duydunuz mu?

***
12 yaşındayım evde tetrisimle oynuyorum. Anneannemin yakın arkadaşlarından biri; hiç evlenmemiş, hatta evde kalma sınırını geçmeyi bırakın, oraya da 3 tur bindirmiş bir Eminemiz vardı. 42 yaşındaydı. Hayatında hiçbir erkekle ne teması oldu, ne de flörtü. Emine’nin çok bakımlı ve bir içim su olduğunu söyleyemem ama ne Emineler neler buldu bilirim!
Emine sürekli bekarlığının derdini yanardı anneanneme. Muhabbet dönüp dolaşıp Emine’nin bulamadığı kısmete gelir, anneannem de umut vermeye devam ederdi.
Gel zaman git zaman Emine taşındı. Ben büyüyüp yuvadan özgürlüklere uçtum. Üniversite, master, iş güç derken Emine’yi tamamen unuttum.
İzlediğim bir belgesele kadar!
İnançların, yanlış örneklerin insan üzerinde yarattığı talihsizliklerden bahsediyor, belgesel. Mesela körüklenen korkunun sürüklediği seçim yapamama ve yaşanmamışlığı acı gerçek olarak niteliyordu.
Nedense Emine gözümün önünde canlandı. Acaba Emine’ye bir anlatan çıksaydı bir şeyler yaşar mıydı inadına? Ya da zevk nedir öğrenmek ister miydi en azından?

Belgeselde benim bile şaşırdığım bazı örnekler vardı. Mesela ilk buluşmada her zaman romantik bir yemeğin etkili olacağını düşünürdüm. Meğer rahat ve ferah bir ortamda buluşmak her zaman daha avantajlı olduğu gibi açık hava, duygu ve arzulara müthiş bir canlılık katıyormuş.

Sonra ‘dans etmeden sevişmeyin’ vurgusu çok iddialı bu belgeselin. Dansla ritimler ve kişiler birbirine uyumlanıyormuş.
Önce dans şart diyor!
İlişkinin aşka dönüşmesi için ise; ‘başlangıçta her zaman bir öykü vardır. Ve o öykünün gerçek bir aşka dönüşmesi için defalarca anlatılması gerek’ bilgisi vurgulanmış. Çünkü aşk kendini anıların nakaratı üzerine kurarmış.

Beni en çok şaşırtan kısmı; ‘şefkatin aşkın en değerli simgesi‘ olduğuna dair açıklamaları. Çünkü yıllarca tutku, güvenilir tutarsızlık ve heyecan tarafında aranır sanmışım!

Araştırmalar bugünün bilgileri. Haliyle bugünün şehir kadınlarına hitap ediyor. Her anlatımın sonuna ise zevk kelimesi özellikle bir yerden sıkıştırılmış. ‘’Aslen işin özü ‘zevk’ bunu anlayın yeter’’ tadında bir anlatımı var.
Belgeselin sonunda güncellendiğinizi hissediyorsunuz. Büyük sürprizler yok ama minik updateler belgeselin hakkını veriyor.

Belgeselin sonunda Emine’nin bizim eve uğrayışlarının son bulduğu anlar gözümde canlandı.
Emine her defasında o kadar içten anlatırdı ki durumunu. ‘Ben de bir gün evleneceğim hayatımı yaşayacağım’ diye konuşurdu sürekli. Anneannem de her seferinde ‘tabii Eminecim senin de hakkın, merak etme’ derdi, rahatlatırdı onu. Emine’de sanki her gün o cümleleri duymaya gelmiş gibi sürekli aynı diyalog tekrarlanırdı.
‘Hayatımda tek erkek tanımadım’ diye hayıflandığı anlardan birinde ise ben dayanamadım. Yaşım küçüktü ama leylek hikayelerini de geride bırakalı epey olmuştu. Arada bir dönemdi benimki. Emine’ye döndüm ve ‘ne yani bu yaşta hala bakire misin’ dediğimde, anneannemin renginin attığını gördüm.
Emine zaten perişandı. Kaderine mi yansın, yoksa patavatsız bir ufaklığa mı bozulsun? Ne yapacağını şaşırdı. Ama çok bozuldu.
Anneannem çok kızarak beni odama yollamıştı. Hatta Emine sayesinde 2 gün tv ve sokak yasağı almıştım. Emine’nin kendine verdiği cezaya bulaşmanın da bir ceza olduğunu o gün öğrendim. O yüzden unutmamış olabilirim.
Kapalı bir kutuydu Emine’nin dünyası… Gerçeğe dair tek soruda bile sizi de kapatan bir yere sokuveriyordu tepkisi.
Hatırladıkça şimdilerde anlıyorum anneannemin neden tepki vermeyip sürekli ‘haklısın Eminecim’ dediğini.

Emine benim sorumdan sonra uzun bir süre bize uğramadı. Ben üniversiteye gidip evden ayrıldığımda sık gelir olmuş ama her defasında bir yerlerden çıkacağım tedirginliğiyle otururmuş.

Aradan 18 sene geçti. Bugün Emine 60 yaşında. Hala bekar ve hala doğduğu ilk günkü gibi. Sadece fizyolojisi biraz daha erkeğe benzer halde ilerlemiş. Şimdiki hayatını sormak istedim ama Emine bu! seneler önce yaşadığını unutmamış. Beni görür görmez kayboldu.
Anneanneme defalarca sordum ‘Emine ne anlatıyor’ diye. Ama O da yeminli gibi anlatmadı.

Tek bildiğim. Emine ‘yeddi-emin’ hal ile kendiyle.

4 yorum:

  1. buda bizim toplumumuzun değişmez bir parçası ve daha nice eminelerin olduğu bir toplumda yaşayacağız ne yazıkki!!!..

    YanıtlaSil
  2. Emine teyze gibi hayatında mutlu olamamış insanlar var malesef. Hayat bu. Amma velakin tersi durumda da mutlu olamamış insanların olduğunu unutmamak lazım. Bir yakınımın kızı başka şehirde, üniversitede okurken, arkadaşından hamile kaldı. Mecburen evlendiler, 4 ay sonra boşandılar,
    şimdi 10 aylık küçük meleğin hali ne olucak.

    YanıtlaSil
  3. Mehmet Ali Göçmen12 Kasım 2010 12:01

    vay be bu hikayeden bi film çıkar derim.öyle iyi anlatmışsınız ki herşey gözümde canlandı!

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel, betimlemeleriniz ile hikayenin mekanındaydım sanki. Fakat "Emine Hanım" a eleştiri tadına yaklaşmanız neden. Şartlar, koşullar insanı erkeksileştirir, kadınsılaştırır yada olduğu gibi bırakır. Ve hatta "kız kurusu" olma halinde..
    Başarılar.

    YanıtlaSil