22 Aralık 2010 Çarşamba

İKİ BEN


İki arada gidip geliyorum ben. Biri gelenekleri önemseyen diğeri özgürlüğüne doymayan ‘iki ben’ var. Kal diyenle- tutup ‘gidemezsin daha yapacaklarımız var’ diyen, kollarıma bacaklarıma asılıyor. Kalkamıyorum!
Kırmızı kazağını üstünden çıkarmayan bir arkadaşım var benim. O kadınları soruyor, ben anlatıyorum.
Ben de erkekleri ondan dinliyorum. Eli kolu durmuyor konuşurken, bir masaya vuruyor bir kalem sallıyor. İçi kaynıyor.
‘İki ben’ var içimde, biri bu adama bayılıyor diğeri kaç uygun değil diyor.
Garip bir şey ‘iki ben’..
***
Bizim köklerimiz Selanik’ten. Suyun öteki yakasından. Eğlenmeyi, yemeyi, içmeyi, dans etmeyi seven güler yüzlü topraklardan.
Kanımızda deli damarı var. Çabuk dinen fırtınalar yaratıyor. Ama kin tutmayan, intikam nedir bilmeyen yerler. 'İki ben'i var buraların.
İki söze, bir tatlı gülüşe teslim olan kalpleri var bu toprakların. Çabuk kanıp inanıyor.
Kimimiz mübadele gördü, zorunlu geldi. Kimimiz kaldı- gelemedi. Sonradan bazımız Rum, bazımız Türk oldu. Olsun. 'İki ben'imiz var. Çeşitten daha kıymetlisi yok bize. Geleneklerine kıymet veren- yeniliğe açık topraklar burası. Daha doğrusu özü böyle ama Atina’sı kalmamış.

Okul arkadaşlarımdan Maria ve Haris evleniyor. Uçarak gidiyorum düğünlerine.
Hatta o gelinliğin kanatları bende olsa- taksam daha çabuk gidebilsem keşke.
Elbisemi uçak inişe geçtiği sırada, o küçük yolcu tuvaletinde giydim.
Hostesin ‘lütfen yerinize geçin’ diye kapıya vurması ayrı; uçak inişe geçtiği için çok sallandığından, o daracık tuvalette giyinmek her şeyden daha zordu.
'İki ben'i bile kendime sığdırdım. O tuvelete sığamadım. Ama başka çarem yoktu. Direkt düğüne götürülmek üzere alınacaktım. Uçaktan iner inmez- kan ter içinde koşturarak yetiştim.

Düğün damadın aile evindeydi. En yakın 150 kişi davet edilmiş. Isıtıcılarla yarı bahçede- yarı salonda sıcak- spontan bir kutlama daha girerken gülümsetiyordu.
Maria ve Haris okuldan tanışıyorlar. Kavga gürültü derken seneleri devirdiler. En sonunda alel acele evlilik kararı alıp düğün yapıldı.
Ben hem kız tarafıyım, hem erkek. İkisi de okuldan arkadaşlarım.
Maria tasarımcı, Harris uluslar arası bir şirkette çalışıyor. New York’da yaşıyorlar.
Hayatları arada- sıra dışı çizgiye kaysa da geleneksel motiflerden vazgeçmiyorlar.
Onların da ‘iki ben’i var.
‘İki ben’ bizim ortak aklımız. Bazen de sığındığımız limanımız.
Çizgiden taşanı derleyip topladığımız kabımız. Sığ kalmadığımız korkumuz.
Çeşitlilik, farklılık besliyor bizi. O yüzden düğün bir yandan da birleşmiş milletler elçilikler partisi gibiydi.
New York’da karar vermiştik her çeşit olacak diye aramızda. Düğün de aynen öyle oldu.
Maria ve Harris köklerinin olduğu yerde, en geleneksel hal ile evlendiler.
Muratlandılar.
Ben kilise kısmına yetişemedim ama kutlamada yemeklerden, gelinliğe, gecede çalınan şarkılara kadar gelenek takip edildi.
Anneler, babalar, akrabalar hepsi bu düğünün ağır topları oldu.
Zaten evlilik de 'iki ben'lerin buluşması değil mi? Gelenek yerine getirilmiyor mu bir tarafıyla da?
Mini gelinliğin uzun kuyruğu vardı, ama başına taktığı tacıyla da tam bir Rum geliniydi Maria. Sirtaki yapan Rum gelin göz kamaştırıyordu.

‘İki ben’in etrafında dönüyorüm. Herşeyin fazla modernleşmesinden endişe ediyorum. Her yerin ve herkesin birbirine benzemesinden korkuyorum. 'Kırmızı'yı aklımdan çıkaramıyorum.
Atina’yı geziyorum. İlk gidişim değil ama ilk detaylı gözlemleyişim.
O kadar aynı ki herkes. Anlaşılan yıllardır aynı ailelere teslim olmuş Atina, gerçekten soyulmuş. Bütün sokaklar ve yapılar 90’lardan kalmış. 90’lardan sonra buralara çivi çakılmamış. Özü gitmiş 'iki ben'i kalmamış. Kırmızısı hiç yok.

Şehrin ötesine götüren başka bir şey vardı. Buzuki.
10 yıl ve daha öncesinde o mekanlarda geleneksel eğlencelerin olmasından ve buzuki çalınmasından geliyor ismi.
Ama artık buzuki çalınmıyor. Biz Anna Vissi ve Sakis Rouvas’ı dinledik gittiğimiz yerde. Haklarını yemeyelim muhteşem performansları sabaha kadar kesintisiz sürdü. Çok kalabalıktı. En büyük konser salonundan daha geniş bir alanda sahne aldılar.
Arada bir- adet yerini bulsun kıvamıyla ‘buzuki’ de çalındı ama tam neydi emin olamadan ayrıldı sahneden. Gelenek yine müşteri hizmetlerine teslimdi.
Kırmızı hala aklımda, 'iki ben'imle savaşıyorum ben. Yürüyüp gitsem yeter. Üstelik taa buralara gelmişim, arkamda bıraksam ya!

Ertesi gün; Poseidon Tapınağı’na gittim. ‘Denizlerin tanrısı’ burası. Yunanistan’ın Sonion burnunda. Denizlerin tanrısına adanmış bu tapınak, Ege denizine hakim şekilde inşa edilmiş. Manyetik alanı çok kuvvetli. Ne stres bırakıyor, ne gerginlik.
Ruhun sözden ayrıldığı yerlerden.
Tapınağın etrafı sessizlikle bütün.
Ama denize doğru yaklaştığımda sessizlik tam orada bozuluyor. Denizinden ayrı bir ses geliyor. Karası huzur, denizi hırçın tapınağın ‘İki ben’i çok gürültülü.
Güneşin batışı burada bambaşka.
Denizin köpürdüğü yerde güneş, denize dokunup kayboluyor. Başka sihirli bir şey oluyor. ‘İki ben’i selamlıyor.

Kırmızı oluyor herşey.

'İki ben'im var benim kıpkırmızı! İçimde yaşıyor. İçim kaynıyor. Hem iyi anlaşıyor hem de kavga ediyor. Hem çok iyi biliyor hem de yola gitmeden 'hayır' dediği kızrmızı kazağa bakıyor.
Bırak gitle-kal arasında yaşatıyor.

2 yorum:

  1. bir kırmızı varsa hayatınızda bayıldığınız; yaşayın onu özgür ben'inizle.. diğer ben yaşatmaz an'ı.

    YanıtlaSil
  2. öteki ben ile sohbet harika,öteki ben ile gezmek,öteki ötedeki muhabbet harika.ne yöne sıcak incitmeden esiyorsa o yandan geçer gönül.dostluğun aşkın ve gerçek gülüşlerin olduğu frekanstır kulaklardaki istenen hangi ikincil kırmızı yakalarsa hangi ikinci benlik yakalarsa.yakalamak önemli mavi kırmızı yanımız değil yakala ve seç.

    YanıtlaSil