8 Nisan 2011 Cuma

HEMINGWAY ISTANBUL'DAYDI!

Hemingway’in 1922 yılında İstanbul’a gazeteci olarak gelip, o dönemi gazetesine mektupla bildirdiğini biliyor muydunuz?
Sonra bu makalelerden oluşturduğu ’’İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşından Mektuplar’’ ismiyle çıkardığı kitaptan haberiniz var mıydı? İstanbul’un Hemingway’de bıraktığı derin izler ve notları, beni bilmediğim İstanbul’a doğru sürüklüyor.
 
***
Eskiler anlatırmış; ‘İstanbul bu! sağı solu belli olmaz. Bu şehir adamı yersiz de eder, yurtsuz da.. Oturtmaz bir yerde, oradan oraya taşır.. Bir gün aniden bey yaptığını- başka gün hapislere koyar.
Sağı solu belli olmaz bu İstanbul’un! Tekin yer değil’ derlermiş..
Gidenlere- korku dolu gözlerle; ‘emin misin, iyi düşündün mü’ diye sorulurmuş..
Yeni kapıları açan İstanbul, kimilerinin içinde ukte olurken, bazılarına ise vazgeçiş olmuş.. Kimileri ise İstanbul’un ruhuyla anlaşma yapmışcasına, sadece uğrayacağına ve tanık olacağına söz vermiş.
Ama İstanbul ayırım yapmamış, her üstüne basanında izini bırakmış, tozunu attırmış.
Öyle bir tanık var masamda…
Kitabı çok eski. Kalemi çivi gibi. Ne gördüyse yazmış, gördüklerinin hissettirdiklerini öyle işliyor ki; etkisinden çıkılmıyor. Çoğu sıkı takipçisinin bile, bu kitabın varlığından haberdar olmadığına eminim..
Kendisi hayatta olsa belki- O da hatırlamazdı. Tanıklığına şaşardı.
O günlere yanardı. Sonra da kalemini çevirdiği yöne minnet duyardı belki. Kim bilir..
İlk sayfalarda; mübadeleye götürüyor kitap notlarıyla, gözlerim doluyor. Kafilelerin arasından yazmış. İnsanların gözlerindeki hüzünden bahsediyor.
’’Öküzlerle eşyalarını çekiyorlar. Her yer çamur, soğuk hepsi de toprağını arkasında bırakıp gidiyor.’’
Anlatımı; atalarımın hayatına canlı yayın gibi bağlanan bu satırları Ernest Hemingway anlatıyor.
Meğer cumhuriyeti daha inşa ederken gelmiş buralara. İstanbul, Edirne demeden gezmiş. Batı Trakya’da bulunmuş. Gazetecilik günlerinde Atatürk’ü tanımış. İsmet İnönü ile röportaj yapmış.
 
Bu bilgilerin yaşadığı kitap; ‘‘İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşından Mektuplar’’.. Milliyet Yayınları’ndan, 1970’deki ilk baskı elimde.
‘The Toronto Daily Star’ için çalışan Hemingway’in kitaptaki ilk makalesi 30 Eylül 1922’de yayınlanmış.
İlk yazısına; sabah gördüğü Haliç’i anlatarak başlıyor. Sonra İstanbul’dan uzun uzun dert yanıyor. Misafir Hemingway’e bile vereceğini vermiş İstanbul. İz bırakmış.
 
‘‘İstanbul’da kaç kişinin yaşadığını kimse doğru dürüst bilmiyor. Şimdiye kadar sayım mayım yapılmamış. Tahminlere göre, bir buçuk milyon insan yaşıyormuş.’’
diye anlattığı İstanbul’da yağmur yağmadığı zaman her yer o kadar toz oluyor ki; diye şikayet ediyor.
’’Ama yağmur yağınca da her yer çamur bu kez yine olmuyor. Kaldırımlar öylesine dar ki, herkes sokakta yürüyor. Sokaklar da dereden farksız. Geliş-gidiş kuralı diye bir şey yok.’’
Yokluğun İstanbul’unu özetliyor..
 
’’Hindi, Türklerin milli yemeği. Bu iri kümes hayvanları güneşli yakındoğu tepelerinde yoğun bir yaşantı sürdürüyorlar ve hepsi de birer katır kadar inatçı… Büyük baş hayvanların eti kötü, çünkü Türkler sığır beslemiyor. Sığırların en işe yarayanları Mustafa Kemal’in ordularına silah ve cephane taşıyan kağnıları çeken iri, ay boynuzlu öküzler. Türk etlerini çiğnemekten çene kaslarım bir buldog köpeğinin kasları kadar sağlamlaştı..
Balıkları iyi, fakat balık genelde içki mezesi. Üç defa üst üste balık yiyen biri, yüzerek bile olsa İstanbul’u derhal terk etmek ister.’’
 
Ünlü romanı İhtiyar Balıkçı’ya esin kaynağa olmuştur belki bu yüzerek gitme planları.
İstanbul iz bırakıyor…
 
’’İstanbul’da 168 resmi izin günü var. Cumaları Müslümanların, cumartesi Yahudilerin, pazarları da Hristiyanların tatil günü. Ayrıca buna hepsinin bayram günleri de eklenince cabası. Bu yüzden İstanbul’da her delikanlının en büyük emeli, bir punduna getirip banka memuru olmak.’’
Anlı şanlı kovalanan memurlukların genlerimize nerelerden işlediği ortada.
İstanbul iz bırakıyor.
 
’’Güneş doğmadan kara ve yumuşak topraklı İstanbul sokaklarında yürüyecek olursanız, fareler önünüzden kaçışır. Sıska sokak köpekleri çöp tenekelerini karıştırır. Bir barın kapısından sızan ışık sokağa düşerken, içerden patlayan sarhoş kahkahaları duyarsınız. Sarhoşun kahkahası- müezzinin güzel, dokunaklı, içli çağrısına tam bir çelişkidir.
Ve İstanbul’un kara yüzlü, çarpık, pis pis kokan sokaklarında sabahın ilk saatlerinde göreceğiniz şeyler, sihirli Doğu’nun tam anlamıyla gerçek yüzüdür.’’…
 
Hemingway satırlarında İstanbul’u akşamında sihirli Doğu’nun bir yüzüne benzeterek, sabahın ilk saatlerinde ise maskenin düştüğüne dikkat çekiyor.
İstanbul iz bırakıyor.
 
 
 
Devam edecek…

1 yorum:

  1. okuduğum en güzel istanbul yazısı... en güzel filmdi ihtiyar balıkçı...
    laf değil... o dev kılçığı köye getirmek... ne güzel dersti... kendi iskeletini taşıyan bedenler için ... ... ...

    YanıtlaSil