16 Ekim 2011 Pazar

LA FURTUNA 8

"Kaçabilen canını kurtarır"



Tüm gücümüzü verdiğimizde içimizdeki enerjiden tamamen koparız, sonunda yaşayan bir ölü oluruz. Kimileri yaşamak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar, çünkü tüketmiştir. Hay huyla tükettiğin enerji bu yolda canlanır. El Hayy…

Aradan geçen birkaç ayla Edirne’de yolları kapatan kar kalkmış, her yer açılmıştı. Köyde evlenmeye hazırlanan kızlar için bahar zamanı- yeni kısmetler, yeni hayat demekti.
Yanakları başka olurdu böyle zamanlarda kızların. Sevdası olmayana sevda, bahar yaklaştığında Uzunköprü- İstanbul treniyle daha yakın olurdu. Trenler dolup taşar, genç kızları günübirlik de olsa İstanbul’a taşırdı. Anjel İstanbul’dan gelenlerle konuşuyordu. Hepsinden hevesle İstanbul’u dinliyordu. Eyüp’ü, Kapalıçarşı’yı dinlemekten bıkmıyordu.
Haliç’in manzarasını, Pier Loti’yi tekrar tekrar dinliyordu onlardan. Yaşı daha büyük olanlar ise ‘Ummi Sinan Tekkesi’nde dinlediği musikileri anlatıyordu.
Anjel Pera’yı sorduğunda genelde cevap alamıyordu. Amcasının yaşadığı Kuledibi’ni merak ediyordu. ‘Galata’yı gördünüz mü’ diye sorardı, yine cevap alamazdı.
Halasına anlattığında Elsa, gülerdi haline sonra ‘oralar bizim mekanımız da ondan’ derdi.
Ama hiçbir cevap yetmezdi ona.
Hayalinde canlandırırdı. Galata kadar farklı, Eyüp kadar gerçek.. Galata gibi hayat dolu, Eyüp kadar dünyayı reddetmiş.. diye kendi içinde tanımlar bulurdu İstanbul’a.
İstanbul’u parçalara böler her tarafına başka anlamlar yüklerdi.
Çeyiz alış-verişlerinden dönen kızlar bazen Anjel’e de hediye getirirdi. Halası İstanbul’u görmesine bile hiç izin vermediğinden, gitmek için ısrar etmeyi de bırakmıştı. Minik ziller sipariş ederdi kızlara. Eğer 11 zili tamamlayabilirse dileği kabul olacaktı. 11 büyük sayıydı. İki birin, birbirini bulmasıydı. Fatma Ninesinden duymuştu. 10 zili vardı. ‘Sonuncuyu da tamamlarsam engel kalmayacak’ diye düşünürken kapı çaldı. Gelen son zil olabilir mi heyecanıyla kapıya doğru koştu. Beygir arabasıyla yanaşan postacıdan bir davetiye, bir de mektup aldı.
Amcasının kızının 1 ay sonra İstanbul, Karaköy- Zulfaris Sinegogu’nda evleneceği yazıyordu.
Mektubu yazan amcası ise; Elsa’ya artık bu küslüğe son vermesini ve oraları bırakıp İsranbul’a yanlarına taşınmalarını istiyordu. Mektuba halasının da sevineceğini zanneden Anljel’i ise hayal kırıklığı bekliyordu. Huysuz hala, davetiyeyi de- mektubu da bir köşeye fırlatarak; ‘bu kadar kolay mı?’ diye yüksek sesle çıkıştı.
Sonra da söylenerek odasına gitti. Anjel halasının attığı davetiyeyi yerden aldı. Mektubu okumaya başladı. Amcası hiç değilse Anjel’i göndermesini yazmıştı.
Soruyordu; ‘ne hakkın var o kızı yanında esir gibi tutmaya’…
Anjel, okuduklarına hak veriyordu. Göğsünde bir ateş yandı. Halasına ilk kez nefret duydu. Bir an önce valizini toplayıp gitmek istedi. Halasının odasına dalıp ‘senden nefret ediyorum, herkes ediyor. Kimse seni sevmiyor. Beni esir ettin burada’ diye bağırmak istedi ama yapmadı.
O, küçükken oyunlar oynadığı neşeli halasıydı. Nasıl yüz üstü bırakırdı. Yine kendisine kızdı. Midesine yumruk gibi bir ağırlık çökünce dayanamayıp bahçeye çıkıp ağlamaya başladı. Böyle zamanların en büyük tesellisi köpeği kirpi oluyordu.
Köpeği ayaklarının önüne uzanırken kafasını ona doğru eğdi; “içim tükeniyor sanki enerjim bitiyor. Bazen bir umut geliyor ama onun da- önünü halam hemen kesiyor. Ben artık umutsuzum Kirpi, benim hayatım burada böyle- hayatı bekleyerek geçecek. Her şeyden ayrı, hiçbir şeyle bütünleşemeyerek bitecek ömrüm burada. İstanbul’un hayaliyle geçecek hayatım. Ne olacak bir kez hiç değilse görsem.”..

***

Anjel, ertesi sabah kahvaltı ederken halasına konuyu açacağını dünden planlamıştı. Kararlı olacaktı, artık halasının tükenen enerjini beslemek istemiyordu. O kendini tükettiyse beni de burada oyalamaya hakkı yok diyordu. Kafasında haklılığını gösteren bütün sebepleri ardı ardına dizdi ve net bir ses tonuyla konuya girdi.
-‘Nisan ama hava hala tam ısınmadı. Acaba İstanbul’da böyle mi’
Halasının içinden karşılık vermek gelmedi ama cevapsız bırakamayacağı için geçiştirmeyi tercih etti; ‘evet haklısın ama toparlar birkaç güne’..
Anjel halasının cevabından güç alarak konuya daha hızlı bir giriş yaptı. ‘en kısa zamanda düzelsin yoksa bir ay sonraki düğünün soğukta tadı çıkmaz’ dediğinde ses tonundaki kararlılık Elsa’nın kahvaltısını boğazına dizdi. Masadaki bardaktan bir yudum aldı, bardağı yerine koymaya çalışırken çayı döktü sonra bardakta devrildi.
Kahvaltı masası bir anda Elsa’nın kafasındaki düşüncelerin tutunduğu yere benzedi.
Anjel koşarak mutfaktan bez getirip masayı silmeye başladı.
Halası bir yandan masayı toparlamaya çalışıyor bir yandan da söyleniyordu kendine. Yaşlandığından şikayet ediyordu. Artık gözlerinin iyi görmediğini, ellerinin titrediğini söylüyordu ki- bir anda ağlamaya başladı.
Anjel gördüğü manzara karşısında donakaldı. Halası büyük ustalıkla konuyu en azından bugün bir daha açamayacağı şekilde öyle güzel kapamıştı ki- her şeyi ağzına tıktı.
Aslında çıkmasına bile izin vermemişti.
İstanbul’a gidiş yolu kendisine kapalıydı sanki. Buz gibi olmuştu her yanı. Halbuki o halasının yalnızlığına, 1934’deki olaylarda direnişine ne kadar da hayrandı.
Çaresizce fark etti. Ortağı olduğu yalnızlığın- mahkumu olduğunu ilk kez bu sabah gördü. Halasının dilinden ‘senin iyiliğin için yapıyorum’ diye dökülen cümlelerin devamını hatırladı..
‘senin iyiliğin için… bu kadar okumak yeter,
‘…................ dükkanı kiraya verelim,
‘ …................. İstanbul’a gitmiyorum,
Aslında Elsa öyle ustaca İstanbul’a giden bütün köprüleri yıkmıştı ki- amcası olmasa halasının planları sorgulanmadan başarıya ulaşacaktı.
Bunları düşündükçe midesindeki bulantıyı hissetti, halasının bencilliğinden tiksiniyordu.
Evi toparladıktan sonra köpeği Kirpi’yi alıp evden çıktı. Mahalle aralarında yürüdüler. Etraftan laf atan delikanlılara kulak asmadan çeşmenin yanı başında bulduğu bir köşeye oturdu Anjel. Yeşilliğin içinde ayakkabılarını çıkardı, derin derin nefes aldı.
Bir yandan da etrafa bakınıyor gelen geçeni izliyordu. Halasının o halini gördükten sonra Uzunköprü’de herkes ve her şey yavaşlamış görünüyordu gözüne. Yavaş yürüyenler, taburesini dükkanın önüne koymuş nargile içenler, çeşme başına güğümleriyle gelen kadınlar bile yavaştı. Akşam kahveden- eve doğru yürüyen adamlar da ağır ağır yürüyordu sanki.
Buranın bütünü değil geride kalmışı gibiydi her şey..
Amcasına mektup yazmak en doğrusuydu! İstanbul’a beni hemen alın demeliydi. Sert bir mektup olmalıydı. Belki tek cümle bile yeterdi. ‘beni buradan kurtarın’ isyanına amcası dayanamazdı, gelip alırdı onu buralardan!
Yarım kalan kahvaltısından dolayı erken acıktığını fark etti. Evlerinin yan tarafındaki Fatma Nine’ye geçmeden köpeğini bahçeye bıraktı.
Fatma Nine'de yemek hiç bir zaman sürpriz olmamıştı. Yaşlı kadının öğlen menüsü belliydi. Hamur kızartır yanına da yağlı peyniri koyar. Çayını da demleyip iştahla her öğlen ya da akşam üstü aynısını yapardı.
Melek’e de bir tabak kabarık lokmalarından koydu. Lokmaları daha ağzına götürmeden kapı çaldı..




devam edecek...


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder