21 Ekim 2011 Cuma

LA FURTUNA 9

"Kaçabilen canını kurtarır"



Yıllardır kendi içinde sıkıştın. Kendini kısıtladın. Etrafınla kısıtlandın. Kalbinin etrafı sıkıştı, sen sebep bulamadın. Önce kapat, kapan ki sonra açılsın.. Kuş bile kanadını önce kapar, sonra açar. El Kabid…

Ensar dükkandaki malları tartıyor, hesap yapıyordu. Kolyeleri tarttı, yüzükleri, malzemeleri tarttı. Sonra kolyeleri tarttıkları büyük tartıya kendi çıktı. Kendini de tarttı. Çırağın bakışlarına aldırmadı. Sonra çırağa dönüp; ‘keşke hayatımızda da her şeyi tartabilsek Hüseyin iyi olmaz mıydı’..
Çırak, şaşkın anlamadığını belli edercesine kafasını tartıya doğru çevirdi. Bir tartıya bir de Ensar’ın yüzüne baktı.
-‘‘yani herkesi anlamaya çalışıyoruz ya! Keşke falanca şu kadar kilo-gram kızmış, filanca şu kadar gram değer vermiş diyebilseydik. Daha kolay olmaz mıydı?’ Hüseyin iyice şaşırmıştı. Söylenenlerin tek kelimesini anlamıyordu. Kirli paspasın üstüne basmayıp ayaklarını söylenerek paspastan kaçıran İsmet, bir hamlede atlar gibi girdi dükkana.
Ensar’ın yeni bir icat çıkardığını, Hüseyin’in de onu anlamadığına adı kadar emindi.
Hararetli bir tartışmanın içine düştüğünü fark etti. Yanında da malzemecilerden biri vardı. Malzemeci yaşlı adam, yeni gelen altınları göstermek için gelmişti. İsmet dayanamadı; ‘ne oluyor burada, bu çırak niye şaşkın şaşkın bakıyor?’ diye sordu.
-baba bu dükkanda biz her şeyi tartıp ona göre alıp-satmıyor muyuz?
-Ne yapalım yani?
-Bir şey yapalım demiyorum. Aklıma geldi, keşke duygularımızı da tartabilseydik. Mesela 1 kilo korktum ama 700 gram sevdiler beni. Hatta şimdi aklıma geldi, belki hayatımız da şu kadar kilo eder gibi işte.
İsmet’in yanındaki yaşlı adam malzemeleri saymayı bırakıp Ensar’a bakmaya başladı. Merak etmişti ne demeye getiriyordu bunca lakırdıyı.
İhtiyar önce ‘tövbe tövbe’ dedi- birkaç saniye sonra dayanamadı araya girdi. Haddini bildirecekti toy delikanlıya;
-Olur mu efendi? Duygular hassas, kalbin terazisine bağlıdır. Bu nasıl kaba bir hesap böyle. İnsanın ruhu, değerleri, kalbi hiç kiloyla ölçülür müymüş? Sen nerden düştün bre buraya!..
Ensar bu kadar tepki görmesine şaşırdı. ‘Altı üstü bir fikir bu ihtiyarın derdi ne’ diye düşünürken; tartışmadan yenik çıkmak istemediğini hissetti. İhtiyara baktı. Kılığını, kıyafetini, yüzünü hızlıca inceledikten sonra;
-Peki o zaman bana hayatına eş değer bir şey söyle. Senin hayatın kaç kilo eder amca?
İhtiyar iyice çileden çıkmak üzere olduğunu gösterir gibi kafasını İsmet’e doğru çevirdi. Cevap vermemekti belki doğrusu, bu toyla mı uğraşacaktı. Ama girmişti bir tartışmanın içine.
-Açıkla ne demek bu şimdi?
-Yani amca hayatın kaç kilo eder? Kaç kiloluk ne sığdırdın bu hayata? Tamam senin hassas teraziyi de kabul edeceğim. Yeter ki bir şey söyle.
Yaşlı adam sakalını kaşımaya başladı. Gözleri yere bakarken; ‘önce sen söyle’ deyiverdi.
Ensar gülümsedi. İhtiyara yaklaştı. Ellerini açtı ve;
-Amca bu dükkanı görüyorsun ya; buradaki şu malzemeler benim eserim. Ölürsem arkamda iz bırakacağım isimler. Allahın isimleri. Hepsini tek tek günlerce büyük emekle yaptım. Gözüme uyku girmedi. Dedem rüyalarımdan çıkmadı. Ne zaman eksik yapsam rüyamda dedemle didiştim. 99 ismi 99 güne sığdırdım. Ama gecem gündüzüme girdi. Bunların ağırlığı da üç-beş kilo eder. Yani benim hayatım 3-5 kiloya sığıyor. Ama parasından değil, emeğimden.
İsmet şaşırdı. Oğlundan böyle bir açıklama beklemiyordu. Şeyh Rüstem’in torunu ‘inancını takılarına, inadını felsefesine koymuş meğer’ diye geçirdi içinden.
Yaşlı adam elini kalbine götürdü. Emeği çoktu ama ortada bir eseri yoktu, işte bu diyeceği. Başka bir şeyi vardı, yıllardır içine işlediği, kendi içinde beslediği… Söyleyip-söylememekte tereddüt etse de, cevapsız bırakmakdı.. Ensar’ın gözünün içine bakarak;
-Benim hayatım etse etse 60 kilo eder.
-Amca sen, en az 90 çekersin. Yoksa külçe külçe altınların mı var?
Alaycı bir tavırla soruyordu Ensar. İhtiyar duymamış gibi devam etti.
-Benim karım 60 kilodur delikanlı. O da benim hayatımdır. Hayatımın içinde cancağızımdır. Kaç kilo bu hayat dersen, al işte benimki 60 kilodur. O olmazsa, ben de olmam, kaybolurum. Elleri saçlarıma değmezse sevgisizlikten kururum. Var mıdır sende bundan bir kilo?
İhtiyardan beklenmeyen bir cevaptı. Ensar’ın eğlenceyle girdiği konu tadını kaçırdı. Kalbinde ne kimsesi vardı, ne de beğeneni. Bir ara Eyüp camii’nin arkasında ki- evde bir kızla bakışmışlardı ama bir süre sonra kızdan haber alamayınca vazgeçmişti. Zaten meraktan ileri gitmemişti gözleri. Annesi en kıymetli kadındı onun için. Ama öleli öyle uzun zaman olmuştu ki... Yaşlı adamın sorusuna tebessüm etti, cevap vermedi. Babasına döndü.
Dükkandaki herkes sıranın İsmet’e geldiğini biliyor sessizce, gözlerle işaretleşiyorlardı. İsmet fark etti. ‘cevap verecek neyim var ki’ diye geçirdi içinden. Ensar tam soracakken; İsmet “hadi ama akşama kadar tartı- terazi mi konuşacağız? İş güç bekler. İhtiyar sen de gençlere uyuyorsun. Hadi biz işimize bakalım”..
Yaşlı adam, Ensar’ın yüzündeki ifadeyi, İsmet’in sorudan son hızla kaçışına ince bir tebessüm ettikten sonra getirdiklerini çıkarttı.
Dükkana gelen bir müşteri ise tartışmanın daha fazla devam etmesini imkansız kıldı.
Çırak Hüseyin ise sıranın kendisine gelmeyişinden şikayetçi oldu yüzüyle. Omuzlarını aşağı doğru bıraktı. İşine kaldığı yerden daha isteksiz devam etti. Aslında sorsalar anlatacak neyi vardı onu da bilmiyordu. Ama niye sorulmuyordu ki!
Ensar müşteriyi uğurladıktan sonra kolyeleri yerleştirmeye devam etti. Tezgaha her yeni kolye yerleştirdiğinde az önceki tartışmadan hızla uzaklaşan babasının yüzünü aklına getiriyor, babasının bir şeyleri kapadığını ilk kez bu kadar açık görüyordu.
Yıllar önce belki kapanmış ama açılmamış bir daha İsmet sanki.. Aklına annesi geldi. Dedesinden bir sene önce kaybetmişti annesini. Anlamamıştı ne olduğunu. Bazen annesiyle babası arasında bir sorun olduğunu anlardı ama bir şey diyemezdi. Bazen de yüzleri parlar ne olduğunu anlamazdı. Ama hiçbir zaman aşk dolu bakışmalar, sevgi nağmeleri görmemişti evde.
Hatta zaman zaman ikisinden çıt çıkmazdı, lal olurdular birbirlerine.
Babasıyla annesi arada kaybolur, kendi odalarına çekilirdi. Salı akşamları annesi hastayım derdi, erken yatarlardı. Böyle gecelerin bazılarında içerden ağlama sesleri duyardı Ensar. Dedesi göndermezdi onu odaya. ‘Karı koca arasına girilmez’ derdi. Ağlamaların sıklaştığı, seslerin yükseldiği gecelerin birinde, aniden ölmüştü Sümbül. Kimse ne olduğunu anlayamadan apar topar toprak olmuştu gencecik bedeni. Şeyh, kızının ölmesini çok içerlemişti. İsmet’le aralarının iyice açıldığı o günlere, dedesi de ancak bir yılını sığdırabilmişti. Bir gece kalpten aniden gitti. Son sözlerinde ‘kalbinin çok acıdığını’ söyleyerek kelime-i şahadet getirmişti ihtiyar...




devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder