2 Aralık 2010 Perşembe

'BABA YOK'..

Benim babam yok ki… Benim babam yok ki… Benim babam yok ki…

Bozuk plak gibi tekrarlanan bu cümlenin ürperttiği teni soldu annenin.
En yakın arkadaşının, ‘senin baban nerde’ sorusuna cevap veremeyen 3 yaşındaki kızı Ela’nın diline takılmış. Durmadan dakikalar boyu söylüyordu aynı şeyi Ela. Ne olduğunun farkında olmadan diline dolamıştı. Ama her tekrarda biraz daha derinlere gidiyordu sözler. Dakikalar boyu cümleyi tekrar ede ede salona girdi Ela. Her tekrarda ev ahalisiyle kalabalık olan salondan bir kulak daha ona doğru dikkat kesildi.
En sonunda anne dayanamadı. Ağlamamak için kendini tuttu. Çocuğunun yanına gitti. Niye böyle bir şeyi sürekli tekrarladığını anlamaya çalıştı. Çocuğun ona bir şey sormasından korkarak alçak bir sesle eğilip yavaşça seslendi. Çünkü onun da ne verecek bir cevabı vardı. Ne de ortaya çıkaracak bir baba o gün oralardaydı…

***

Baba... 2 ‘b’ ve 2 ‘a’ nın birleştiği yer... Söylerken bile güven veriyor, kendimi yaslıyorum bu kelimeye. Dünyada beni aldatmayacağını bildiğim tek erkek!
Üstelik en iyi arkadaşım.
Sonra Ela daha sağ kolunun altında pembe panteriyle yaşarken gidiveriyor evden. Valizini topluyor gözü önünde. Ela soruyor, ama babası hiç bir soruya cevap vermiyor. ‘Babam çok kızmış’ diyor Ela. Ama beni çok seviyor. Kocaman resmimi valizine koydu. Gözlerimle gördüm babam beni seviyor’ diye bağıra bağra koşturuyor evde.

Ela’yı dinlerken kendi içimden çıkanları tutamadım. Terk eden tüm babalara kızdım. Geride bırakılan çocuklar gibi buruldum.
Sanki ben ortada kaldım.
Dünyanın ortasına yapayalnız beni diktiler. Beni çaktılar sanki bütün boş meydanlara. Ela’nın hayatına o gün normal gibi gözüken ne varsa- sonra önüne çıkıyor yıllar birer birer dizildikçe ona doğru.

Okuduğum bir günlükten notlar Ela’nın babasının bir nedenle evden gidişini anlatıyor. Henüz bunları yazdığı yıllarda yeni okuma yazma öğrenmiş. Yarısı yarım yamalak yazdıklarının. İsyanını bile tam yansıtamamış. Boğazımda düğümlenen kısmı da; anlamaya çalışmış yazdıklarıyla bu gidişi. 'belki bir bildiği vardır' diye cesurca sorabilmiş 7 yaşındaki Ela.

***

Mardin'deyim. Bir konferansa geldim. Ela konferansı izleyenlerin arasında oturuyor. Dikkatle takip eden gözlerine ilgisiz, kayıtsız kalamadım.
Ne yaşadıysa gözlerine dosyalamış. O bakınca, ona doğru bakıp dalıyorsunuz. Gözlerinin içine girdiğiniz andan itibaren hikayeye götürüyor. Filmi sizin için başlatıyor o gözleri. Tekrar tekrar yaşıyor sanki her şeyi hiç bıkmadan.

Konferans sonrası tanıştırıldık. Gözlerindeki hikayeyi ben istedim, o anlattı. Bekledim. Günlüğünü de getirdi, gösterdi.
Hiç kimsenin duyarsız kalamayacağı bir baba kız imkansızlığı dokunmuş ona.
Ben de babamla uzun yıllar ayrı kaldım. O ayrılığı, beraber büyüyememeyi iyi bilirim.. Ama ben Ela'nın ki gibi bir hikaye görmedim, duymadım.
Günlüğüne ilk notlardan en son buluşmalarına kadar yazmış.

Bir günlük düşünün, ilk sayfalarını 7 yaşında yazmışsınız. Aradan geçen 20 yılda ise babasıyla dertleşmiş, kimi zaman isyan etmiş. Hatta çok bozulmuş. Kimi zaman da iyi ki yoksun demiş. Oh çekmiş içinden!
Ama o son sayfalar benim diyen yüreği çiğneyip geçmiş...
Bazı bölümleri Ela’nın da izniyle hiç dokunmadan aktarmak istedim.

***
‘'Bugün her şey o kadar kötü gitti ki toparlayamadım galiba ben kendimi. Sonra telefonum çaldı. Numaramı bir akıl hastanesinden bulmuşlar. Nasıl bulmuşlarsa? 'babanız burada, lütfen gelip çıkarın' diyen hemşireyle yarım saat telefonda tartıştım. 'Ben onu 20 senedir görmüyorum' dememi umursamadı bile.
Telefonu kapattım, hastaneye gittim. Yolda arabamın lastiği patladı. Servisten gelip lastiğimi yaptılar. Her şey üst üste geliyor gibi hissettim. Hastaneye vardığımda babamdan önce doktorun odasına gittim. Hiç bilmediğim bir şeyle karşılaşmaktan korktum. Ama kaçamadım! Meğer babam akıl hastasıymış! Bunu 20 sene sonra hastanede- üstelik babamı henüz göremeden bir doktordan öğreniyorum.
Sonra tüm cesaretimi toplayıp babamın yanına gittim. Onu sorgulayacak, kızacak bütün gözlerimi arkamda bıraktım. Hepsini içime bastırdım. Normalmiş gibi gözlerle girdim hastanedeki odasına. Buz gibi gözlerle…
Sanki hiçbir şey olmamış da ben daha dün hastaneden ayrılmışım, hatta bu herkesin başına gelebilirmiş gibi davrandım. Utandırmak istemedim onu.

‘Yıllar sonra yine ben düşündüm her şeyi. Yıllar sonra beni gören gözleri tanımıyor gibi bakıyordu. Bütün yaşanmışlığını silmiş’.

Sadece beni gören yani mutluydu geldiğim için.Yaşadıklarını kaybetmiş bir babaya ne sorabilirdim ki! Niye beni aramadın bile diyemedim ben!
Öylece evine bıraktım onu. Duygularını yitirmiş. Ha ben ha başka bir kız ne fark ederdi ki’’.

***
Babasıyla problemi olmayan kadın nerdeyse yoktur aramızda. Ama yıllar sonra görülen babaya da hesap soramamak hatta hiç bir şey olmamış gibi davranmak reva mıdır o kız çocuğuna?
Ela yine gözyaşlarını kalbine doğru akıtmış çünkü yine hesapsızca anlamaya çalışmış!
Hastane günlerinden sonra bir kaç kez daha babasıyla buluşmuş ama her görüşme ayrı bir yabancılaşmaya dönüştüğü için sadece babasının anlattığı kadarıyla dinlemeye karar vermiş. Vazgeçmiş, yorulmuş mücadelesinden. Kayıp bir ruh olarak kabul etmiş sonunda babasını.
Birbirimizle vedalaşırken farkında olmasa da ‘benim babam yok ki’ diyerek sonlandırdı sözlerini.
Ela’nın babası yok..




(Martı’nın Günlüğü, BF.)

3 yorum:

  1. teşekkürler BAHAR FEYZAN..

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Bahar, bence Ela, cesur yürekli, bunları sana anlatırken ve günlüğü'nü gösterirken gözlerindeki korkuyu güce dönüştürmüş, geçmiş yılların prangalarının tutsağı olmayı bırakmış, geleceğe sevgiyle ilerliyor. Her birimiz zamanında Ela değil miydik.

    YanıtlaSil
  3. Fazla iyi.
    "Ela" gibi olanlar, ve daha fazlasını yaşayanlar...

    YanıtlaSil