8 Ağustos 2011 Pazartesi

LA FURTUNA 5

"Kaçabilen canını kurtarır"

20’li yaşlarında iki genç kızdı gelen. İkisi de gelir gelmez salondaki divana bıraktılar kendilerini. Yüreklerindeki yüklerin ağırlığından ezilmiş gibi iki büklüm oturdular divana. İçlerinden daha toplu olan; “Sizin falınızın bahsini çok duyduk. Sesler geliyormuş, duyulmayanı duyarmışsınız.’’ dedi. Kelimeleri ağzında zor tutmuş gibi oturduğu yere çöker çökmez- dilinde ne varsa bıraktı.
Kızlardan biri daha zayıf ve çelimsizdi. Melek’in ağzından çıkacaklara göre orada yığılıp kalacak kadar bitkindi. Anjel önce zayıf olana bakmak istedi. Kağıtları kızın önüne açtığında; daha bir şey söylemeden kızın gözünden yaşlar süzülmeye başladı.
Kızın yüzüne baktı-tekrar kağıtlara döndü ve; “çabuk pes etmişsin ama kaçmayı da düşünüyorsun. Korkuyorsun çok.’’ Hem kartları sıralıyordu hem de birbiriyle bağlantısı olmayan cümlelerle olayı çözmeye çalışıyordu sanki.
Sonra durdu; ‘Bu adam Müslüman değil dimi?’ kız tedirgin oldu, gözünden sessiz yaşlar boşaldı. Sessiz ağlıyordu.
Anjel içinden ‘hayatımda gördüğüm en sessiz ağlayan insan’ diyordu. O kadar kadını görmüştü ağlarken; komşuları, annesi, halası, kız kardeşi, kendisi, Fatma nine dahil hiçbir kadının ağlamasına benzemiyordu. Sessiz olduğu için daha da içine işliyordu Melek’in.
Kız eliyle yüzünü kapatmaya çalıştı. Konuşmak istedi ama boğazında düğümlenen bir şey mani olmuş gibi yutkundu. Diğer topluca olan arkadaşı onun yerine konuşmaya başladı; “evet Müslüman değil. Geçen ay babasından istemeye geldi ama babası kapçıklı dedi, gavur dedi evden kovdu adamı. Buraya gelen askerlerden biri, ülkesine dönmek zorunda. Arkadaşımı da götürmek istiyor ama o hem kendi ailesinden korkuyor, hem de ya dinimi bıraktırırlarsa diye dertleniyor. Yarın gece yarısına kadar sevgilisi bekleyecek. Arkadaşım karar vermek zorunda ama…” cümlesini tamamlamadan zayıf olan kendi adına konuşmak istedi, gözyaşlarını sildi. Sırtını dikleştirdi, toparlanabilmiş gözüküyordu. “babam beni arkadaşının oğlu ile apar topar sözledi. Çocukluğumdan beri tanıyorum sözlümü ve hiçbir şey hissetmiyorum. Kendimi onun karısı olacak gibi de hissetmiyorum. Kalbimin üstünde ağrı hissediyorum sadece. Yarın gece hangi kararı vereceğimi bilmiyorum.”
Fatma Nine duyduklarına şaşırmış dizlerini dövüyordu. Vah vah diyordu sonra kulak kabartıp biraz daha dinliyor tekrar sızlanmalarına devam ediyordu. Melek kartların yanından kalktı. Kıza daha da yaklaştı, kaşlarını çattı ve “niye geldin buraya” diye sordu.
Nine şaşırmıştı. Ne demek niye? ‘anlattı ya evladım’ diyecek oldu ama sustu. Karışmıyordu Melek’in işine, sonradan yanılan kendisi oluyordu çünkü. Melek yeniden sordu “neden geldin buraya?”. Kız şaşkın, kafasını kaldırdı. “Az önce anlattım. Ben ne yapacağımı şaşırdım ama..” Melek ses tonunu yükseltti kıza; Anjel diye seslenseler bu kadar kendinden emin bağıramazdı, biliyordu. Anjel’i birkaç kişi biliyordu orada. Onlar da hatırlamıyordu belki. Anjel’i daha dışarıya, insanlara tanıştırmamış gibi hissediyordu. Melek oradaki kimliğiydi Anjel içindeki hayallerini bilen sırdaşı gibi. Kızın cevap veremediği saniyelerde Anjel halini düşündü sonra tekrar Melek olduğunu hatırlayarak kıza bağırmaya başladı. “sen ne yapacağını şaşırmamışsın! Sen bas bayağı evlisin kocanı terk ediyorsun!. Senin burada bir çocuğun da gözüküyor. Evet burada istemediğin bir adam var ama sen onunla zaten evlisin. Sen bana diğer adamla kaçmanın kolay olup olmayacağını soruyorsun”.. Kız şaşkındı! Bu kadarını tahmin etmiyordu. Ağzını açmak istedi ama neye yarardı ki.. Melek birkaç karta daha baktıktan sonra göğsünü kabartarak “beklediğin cevabı vereceğim” dedi. Tekrar kartlara döndü. Birkaç kez baktığını kontrol edercesine başka şekillerden de baktı. Fatma Nine eline aldığı bir kağıt parçasını kendine doğru sallamaya başladı. Cevap geciktikçe onu da ateş basıyordu. Ortaya 3 kart açtı. İlk kart sinek 3’tü. İkincisi maça papazı. Üçüncüsü ise karo 3’dü..
Melek’in yüzünde bir tebessüm belirdi. “bu gece git yarını bekleme. Yarını beklersen olmaz. Gider gitmez evleneceksiniz. Selanik’e götürüyor seni, mutlu olacaksın. Bir çocuğun olacak bu adamdan. Senin hayatının sevdası bu adam. Sana sevdalı, sen de ona”...
Kız duyduklarına inanamıyordu. Daha iyisi ne olabilirdi ki diyordu kalbi. Apar topar çantasına elini attı- tam parasına ulaşacakken Melek mani oldu. “Daha bitirmedim.”!..
O cümlenin gerisinin iyi gelmeyeceğini odadaki herkes biliyordu. Duymak istemiyordu. Kaçarak uzaklaşmak istiyordu oradan ama yapamazdı. Vücudunu yeniden divana bıraktı. Gözleri ağırlaştı. Fatma Nine de duyduğu habere sevinemeden gözlerini açtı. O da Melek’in gözlerine ‘her şeyi söylemek zorunda mısın be kızanım’ dercesine baktı.
Melek iki kart daha açtı; “buradaki her şeyini bırakman gerekiyor. Dediklerimi anlamaz gibi yapma. Bunu konuşmuşsunuz zaten. Adam sana tek şartın bu olduğunu da söylemiş. Üstelik gittiğinde orada adını da değiştireceksin, dinini de! Etraftan dolayı mecbur kalacaksınız. Çocuğunu götürmeyi aklından bile geçirme! Götüremezsin! Çocuğunu alırsan, buradaki kocan peşini bırakmaz ve seni er geç bulur, öldürür. Bunu sen de biliyorsun.” Kız iyice divana çöktü. Yanındaki tombul arkadaşının hali ise şaşkınlıktan dili tutulmuş gibiydi. Kendisine fal baktırmaktan bile vazgeçti.
Melek genelde gelenlere soru sormaz, gördüğünün dışında yorum yapmazdı fallarında ama bu kadar ağır bir durumla da hiç karşılaşmamıştı. Kıza döndü; “Yapabilecek misin?” diye sordu. Ağlamaktan cevap veremedi. Tekrar sordu. Sessiz ağlamalar bu kez hıçkırmalara dönüştü. Kızdan bir cevap alamayacağını anlayan Melek net ve sert bir sesle; “Kendine ve buradaki hayatına ihanet etmekten başka çaren yok. Eğer gideceksen sana ihanet edeceksin. Seni bitirip burada bırakacaksın. Aileni unutma pahasına, buralara dönmeme pahasına atmak zorundasın adımını. Buradan götürdüğün her parça seni orada mutsuz eder. Çocuğun dahil her şeyi unutacaksın. Seçimini yap ve ya bu gece ya git, ya da kal!” diyerek cümlesini tamamladı. “Benim söyleyeceklerim bu kadar.” dediğinde, Fatma Nine misafirleri uğurlamak için kapıyı gösterdi. Odaya döndüğünde Melek’e baktı. “gitmesi şart mı kızım.” Melek kartlarını çekmeceye koyarken; Yanındaki arkadaşı kocasıyla yatıyor. her şeyi kocasına da anlatıyor. O yüzden fal baktırmaktan vazgeçti, kaçar adımlarla çıktı kapıdan. Ama bakışlarımdan o kadar korktu ki; bu gece kaçacağını kimseye söylemeyecek. Aslında bu onun da işine yarayacak arkadaşının kocasıyla evlenecek. Eğer yarın akşam kaçmaya kalkarsalar pusu kuracak ailesi, ikisini de öldürecekler. Ama bu gece, aniden kaçarlarsa kendilerine yeni bir hayat kurabilirler.” Fatma Nine şaşkındı. Hangisine dua etse bilemedi. Onların kavuşması mı önemli, yoksa geride anasız kalacak öksüz bebek mi? Ama bebek her halükarda öksüz kalıyorsa, bari kadın mutlu olsun diye geçirdi içinden. Evli barklı kadın ‘tövbe tövbe’ dese de vicdanı kadının kaçmasından yana oldu. Melek, ninenin hala olayın etkisinde olduğunu fark etti, kapıdan çıkmadan Nineye döndü; “Nine 15’imden beri fal bakıyorum ve anladığım bir şey var. Sessiz olduklarını sanıyorlar. Ama aslında o kadar sesli ve bağıra bağıra yapıyorlar ki dinlemiyorlar, duymuyorlar. Zihinlerinin sesinden mahrumlar. Etrafında ki seslerden yoksunlar. Fatma Nine tesbihine sarıldı; sanki duyması gereken neyse işitmeye çalışır gibi; Es Semi… Es Semi.. Es Semi… eski ritüeli biliyordu. Babasının Eyüp’den hatırlı dostları geldiğinde öğrenmişti.





*** devam edecek***

2 yorum:

  1. - …bedenin bu kadar ucuzmuydu?
    - asıl ucuz olan ne biliyormusun? Beş kuruş vermeden savurduğunuz yargılarınız…/incir reçeli filminden..
    Filmde rutin bir hayat süren senarist adam bir kıza aşık oluyor..kızın AİDS hastası olduğunu öğreniyor ve yukardaki konuşma geçiyor aralarında..sonra adam, kızın hastalığı babasından dolayı taşıdığını öğrenir ve kız anne karnındayken AİDS olmuştur..
    Ne kadar çok beş kuruş vermeden savurduğumuz yargılarımız var.dikkat edeniz sohbetlerimize, ben siz herkes deli gibi yargılama durumundayız insanları, hayatı, herşeyi..oysaki bu kadar kolay mı insanları yargılamak.
    Yıl 1997 kocaeli. Mevsim kış,gece saat on suları...yürüyorum Fethiye caddesinde bir kız çocuğu,yarı çıplak ayklarında bırakın ayakkabıyı çorap dahi yok.medil satıyor..sizce bu kız çocuğu nasıl yargılanabilir?şu anda eminim yazdığım cümlelerden dolayı hepinizin içinde bir acıma duygusu belirdi, ne alaka yargılamayız o kız çocuğunu diyorsunuz değil mi?evet haklısınız yargılamazsınız çünkü o aciz,çünkü o öyle zaten yani ondan bir beklentiniz yok değil mi.peki hiç düşündünüz mü bu hayata gelirken ne bileyim ruhlar aleminde sordular mı size: alinin ayşenin kızı ya da oğlu mu olarak dünyaya gelmek istersiniz yoksa ahmetin haticenin kızı ya da oğlu olarak mı dünyaya gelmek istersiniz?sormadılar değil mi hiç birimize..evet o kız çocuğuna da sormadılar…o kız çocuğu ben ya da siz olabilirsiniz,bu ihtimal dahilindeydi.o zaman dünyaya gelirken kazanıyoruz ya da kaybediyoruz ama neyi?yargıladığınız insanların tabanında yani geçmişinde ne yaşamış olduğunu bilmeden nasıl o insanları yargılayabiliriz..siz onun yerinde olsanız belki çok daha fazla saçmalayavaktınız…
    Temelde bütün insanlar masum doğar..ama masum büyümezler, o zaman adalet en büyük eşitsizliktir bazı durumlarda..geçmiş yaşantılar farklı olduğu için bütün insanlardan en doğru olan davranışı bekleyemeyiz ki doğru davranış da tartışılır neye göre kime göre doğru.bunu kim belirliyor,bu da faili meçhul bir cinayet öyküsü gibi..doğru sayılan değerleri kim belirliyor?

    YanıtlaSil
  2. Ben 87 doğumlu olduğum için tefrika roman okuma gibi bir şansım olmadı. Sadece dedemin anılarında biliyorum. Burada yaptığınız şey bana tefrika roman gibi geliyor ve çok hoşuma gidiyor. Lütfen her yazınızdan sonra bir sonraki yayınlanma tarihini de ekleyin kaliteyi artırın. Teşekkürler.

    YanıtlaSil