7 Ağustos 2011 Pazar

LA FURTUNA 4

"Kaçabilen canını kurtarır"

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Ses vardır her yere gelir, sen varsan her şey ses verir. Dokunduğunu duyar, gördüğünü işittirir. Ses sana yol gösterir. Etrafından gelen seslere bak, onlar sana yol verir.

‘‘Ne huzurumuz kaldı burada ne de biz. Bölündük. Parçalara ayırdılar bizi. Annemler bir yana dağıldı, amcamlar ayrı bir yana. Parça parçayız. Her gece rüyamda ayrı bir yanımı kesiyorlar korkusuyla uyanıyorum. Bacaklarımın üstünde koca koca yaralar çıktı. Korkumun haritasına dönüştü yaralarım. Hangi gün bir olay çıksa, bir kavga sesi duysam vücuduma bir yara daha ekleniyor. Yine bizi almaya gelecekler sanıyorum.
Halamla biz kaldık koca evde. Halam vazgeçmiyor inadından. ‘Malımızı, mülkümüzü, emeğimizi Müslümanlara hediye ettirmem. Satmadan gitmeyeceğim. Ölsem de burada öleceğim’ diyor, başka da bir şey demiyor.’’
Furtuna*(Trakya Olayları) dün kadar tazeydi Behar ailesi için.
Olaylardan bir müddet sonra ise kasaba sakinleri, Melek diye anar olmuştu Anjel’i.. Bir keresinde isminin anlamını soran birine Melek olduğunu söyleyince 'Uzunköprülülerin Melek'i ol’ diyordu yaşlı Fatma nine.
***
Melek (Anjel) çocukken annesinden öğrendiği iskambil falından hiç vazgeçmedi. Halası söylense de, O İstanbul’a gidebilmek için baktığı fallardan gizlice para biriktiriyordu.
Anjel’in okuduğu kartlar, içine baktığı sudan çıkanlar- hayretlere düşürürdü gelenleri. Köylü, kasabalı kim varsa peşine düşerdi. Trakya Olayları’nda da Uzunköprü’lü kadınlar sayesinde canlarını kurtarmışlardı. Yan komşu Fatma nine duvarın üstünden soluk soluğa bağırdığında- Melek ailesiyle birkaç gün oraya sığınmıştı.
Anjel’in falından nasiplenen mahallenin kadınları sahiplendi onları. ‘Erkekleri bir galiyana gelip dışarıda Yahudi avına çıkmıştı’. Kim gelse böyle anlatıyordu Fatma Nine.. Yaşına hürmeten sesini çıkaran olmazdı. Edirne’nin Melek Efendi’sinin torunlarındandı Fatma Nine. Hatırı büyüktü. O günler derin iz bırakmıştı hepsinde. ‘Fatma Nine olmasa olaylar durmazdı’ esnafın birbirine söylediği cümleydi.

***

Edirne’nin kışı çok soğuk geçiyordu bu Şubat. ‘Kapı dışarı çıkmak için deli olmak lazım’ diye söylendi Elsa, sonra Anjel(Melek)’i uyandırmak için odasına girdi. Odayı boş buldu. Mutfağa gidecekken kapı açıldı, içeri giren Melekdi.
-Halacım erken uyanmışsın.
-Bu soğukta nereden geliyorsun kızım.
-Fatma nine çağırdı.
-Yine biri mi gelmiş kısmetine baktırmaya? Kısmeti, beğenmedikleri Yahudilerin fallarında mı bulacaklarmış!!
-Sen hangi kadının kısmet ayırdığını duydun hala? Kadın milletine fal de, kısmet de! Akıllı kadının kısmeti şeytan olsa kaçırmaz! Kısmet geldi mi tutmak lazım! Yoksa kuş olur uçar!
-Kısmetin de bir hudutu var! Kafana her konan kuş kısmet mi? Kafana karga mı konuyor, yoksa serçe mi bileceksin! Hani mesela senin çok istediğin şu İstanbul’a götürecek kısmet nerde? Yok! Ama karga çok!
Anjel midesinden boğazına kadar can sıkıntısı hissetti. Halasının sözleri midesine oturdu.
-bizim burada yiyecek ekmeğimiz vardır elbet..
-Hep o Fatma Nine lafları bunlar.. yiyecek ekmeğimiz varmış burada daha! Bu kız aklını kaybedeli ne kadar oldu elohim!!!.. diye söylenerek odasına gitti Elsa.
Sandığından takılarını çıkardı. İstanbul’a gidecek güvenilir birini bulsa bunları bozduracaktı. Bu takıların çaresine artık baktırmak lazım diye düşünüyordu ne zamandır. Şimdiden ayırmak iyi fikirdi. En azından takılarıyla vedalaşmak için vakti vardı Elsa’nın. Kimisi eski yıpranmıştı. Bileziklerin hepsini satsa fena olmazdı. Bu aralar İstanbul’dan para getiren de olmuyordu. Paraya sıkışmadan bu bilezikleri en azından elden çıkarmakta fayda var diye düşündü.
***
Anjel mutfakta birkaç tabak yıkadıktan sonra akşam için yemeği erkenden hazırladı. Birkaç saat sonra yine Fatma Nine’nin evine fal için gelecekler vardı. ‘Furtuna’dan sonra halası eve tek bir müslümanın girmesini istemiyordu. Trakya Olayları’nda dağılan ailesinden geriye hüznüyle, kiniyle yaşıyordu Elsa Behar. Olanlardan Uzunköprü’deki herkesi suçluyordu.
Melek de fallarına küçüklüğünden beri tanıdığı, anneannesi gibi sevdiği Fatma Nine’nin evinde bakıyordu.
Yemeği bitirince Anjel, halasına haber verip Fatma Nine’nin evine gitti.
Kapı önünden dolaşmak istemedi, söz olmasın, herkes şüphelenmesin diye dikkatli davranıyordu. Arka bahçedeki yıkık duvarın üstünden atlayarak geçti, Fatma Nine’ye.
4 senedir yıkılan duvarı kimse onarmak istemiyordu. O gün Demirci Sokaktaki evlerine ulaşmak için yıkmışlardı duvarı serseriler. Elsa ‘içimizdeki acı geçti de duvarı onarmak mı kaldı’ deyip dokunmadı bile duvara. Fatma Nine’nin de eli varmadı. O da tek taş koyamadı yıkılan yere. Hem huysuz Elsa’dan çekiniyordu, hem de söylemese de içten içe hak veriyordu huysuza.
Melek kapıdan girince Nine hamur pişiriyordu. Hamurları sobanın üstüne koydu. Kapıda Anjel’i görünce;
-gel kızanım gel, yeni lokma döktüm. Sana peynir de çıkarayım iyi gidiyor yanında. Çay da demledim. Afiyetle yeriz.
-Nine ne çok seversin bu hamuru.
-Nenem, anam da severdi, ben de seviyorum. Unumu- hamurumu da kendim yapıyorum, peynirimi de. Ben karneyle kuyrukla uğraşacak kadar genç değilim kızanım. Gençler gitsin alsın bana yeter bunlar. Kör boğaz işte ne versen doyuyor.
-Nine senin lokman çok lezzetli oluyor. Bir de akıtman var, onu da çok seviyorum. Baklavan da çok güzel oluyor ama senede bir kere yapıyorsun.
-Sen yufkayı aç, ben sana yaparım. Yeter ki sen her gün gel. Hiç gitme buralardan!
-Öyle deme nine! İstanbul’a gitmeyi çok istiyorum. Babamlar o kadar çok kitap gönderdi ki; İstanbul hakkında, sanki orada yaşıyormuşum gibi hissediyorum.
-Haklısın ama ‘siz giderseniz ben bir başıma ne yaparım diye düşünüyorum zaman zaman. İhtiyarlık bencillik işte! Yaş ilerledikçe kendini fazla düşünüyor galiba insan!
Anjel üzülse de böyle bir şeyin olmamasını istedi. ‘ninecim halamın zaten evi satacağı yok, her alıcıya ayrı bir bahane buluyor. Alıcılarla doğru dürüst konuştuğu bile yok. Biliyorsun bir sana selam veriyor. Kimsenin doğru dürüst yüzüne bakmıyor.
-ben halanı anlıyorum kızım. Acıyı kabullenmek her cana uymaz. Nasıl her şeyin bir yuvası varsa, anahtar bile deliğine uyuyorsa bu acıyı halan hiçbir yerine koyamadı. Kabullenemedi. Zordur, koca yürek lazım! Sen daha gençsin çabuk unutursun. Ama halan savaşta nişanlısını kaybetmiş. Burada ailesi gitmiş, her bir yana dağılmış. Az mı bunlar?
-Ama halam kendini hayata da kapattı. Benden başkası yok hayatında kimseyi de görmek istemiyor, İstanbul’a da yerleşmeye ikna olmuyor. Burada acı çeken insanları anlatıyorum ama boşuna.
-Halan kendine olan sadakatinden vazgeçmedi ki, başkalarını anlasın yavrum!.
-ne demek bu?
-Halan ayrı can kaldı. Babam söylerdi hepimiz bir şekilde parçalarımızı bıraka bıraka insan-ı kamile ulaşırmışız. Başkalaşmadan, kendini inkar etmeden yaşadığın ömürden hayır gelmezmiş.
Fatma Nine birkaç cümle daha edecek gibi oldu ama kapıya gelenler sabırsızdı. Belli ki aceleleri vardı. Gürültülü yumruklarla kapıyı vurmaya başlayınca Anjel kapıya doğru koştu..



devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder