24 Ekim 2011 Pazartesi

Depremin sırtından geçinmek!

Artık eminim. Bir tek bizim ülkemize mahsus; ‘gözüne sokmak!’.. Örnekleri öyle çok ki!.. En basitinden anlatayım. Yeni araba alan- önce arkadaşlarına gösterir, yetmez İstanbul’u turlar ya da yaşadığı şehir neresiyse tavaf eder.. Akrabaları arar, şirkette pasta dağıtır olmadı balkondan çıkıp, bakar araba yerinde mi v.s. diye.. bitmez. Sonunda amaca ulaşılır. Duymayan kalmaz!
!!!
Böyleyiz, seviyoruz göstermeyi… Yapacak bir şey yok.
Aslında bu kadarını ve benzerlerini çoktan kabullenmişken en azından bir konuda beklentimi ‘belki niyetiyle’ farklı tutmaya gayret etmiştim.
Ama ne mümkün!
Deprem yardımlarından bahsediyorum...
Bir yandan sosyal medya saldırıyor, öteki taraftan tvler, yetmiyor internet siteleri.. Şaka gibi!
İsmi çıkmayanlar, ‘yardım yapmadı’ sayılıyor, fişleniyorlar!
İş öyle çığırından çıktı ki; lokal düğünlerde bağıranlar gibi ‘gelinin bilmem nesinden şu altın, damadın amcasından bu takı’ usulüne döndü..
Kendimizi aştık! İnsani hassasiyetleri delmek bir yana, oyuk açtık!
Birlik olmak, yaraları sarmak, paylaşmak bunlar muhteşem duygular, aynen katılıyorum. Ama bağıra bağıra göze sokulmasından artık çıkacak gözümüz kalmadı..
Bunu anlayamıyorum!.
Koordinasyon meselesine ise hiç girmeyeceğim, iyice sinir bozucu!
Ama bir düşünün yardım yaparken bağırmamız, göze sokmamız şart mı?
Merak ediyorum.
Yardımın bir asaleti mi olmalı, yoksa ‘duyduk duymadık demeyin biz yardım ediyoruz!’ rezaleti mi?

***

İlkolik görüntüler!

Deprem deyince; kafamdan kazımak istediğim birkaç fotoğraf var. Birincisi; 99 depreminde- evden çıktığımda gördüğüm, karşı komşunun çarşafa sarılmış hali ve dikilen saçları!.. Depremden daha korkunçtu!
İkincisi; sokaktakilerin deprem anında yüzündeki ifadeleri.. Garipti, çok iç güdüseldi.
Üçüncüsü ise, deprem olurken yıldızların çokluğu ve yakınlığı büyüleyiciydi.
Gökyüzünde seremoni vardı sanki.. Yeryüzü sarsılırken, gökyüzünde büyülü bir andı.. Tarifi mümkün değil..
Garip bir andı. Korkudan günlerce arabada uyumuştum..
Günler sonra ise bu fotoğrafların çok üstünde başka bir görüntüyle sarsıldım.
Depremin en yıkıcı olduğu bölgelerden birinde, yardımların dağıtıldığı garip bir baraka görüntüsü haberlerdeydi. Adını hatırlayamıyorum ama 11 yaşlarında bir erkek çocuğuydu görüntüdeki.. Yüzünü hala hatırlıyorum. Resim gibi kafamda, o bakışlar.. Bir evi ve okulu arasında geçen normal bir hayatı varken; depremle hiç birinden eser kalmamıştı..
Yardımların dağıtıldığı yerde tek başına ağlıyordu. İlk saniyeler depremden dolayı ağladığını düşünmüştüm ama çok geçmeden başka bir ayrıntı kanımı dondurdu..
Koordinesiz öylece duran yardımlar yağmacılar tarafından kapışılıyordu. Üstelik durum öyle aleniyet kazanmıştı ki; kameraların gözü önünde oluyordu tüm bunlar.
Çocuk ise kenarda bir yerde sessizce haline isyan ediyordu. Ağlamamaya çalışıyordu ama ne mümkün, göz yaşları dinlemeyip akıyordu. Elleriyle yüzüne akan yaşlarını silmeye çalışıyordu. Kimsenin ağladığını görmesini istemediği her halinden belliydi.
Yağmacılar yüzünden alamadığı battaniyeler ise gözyaşlarını hızlandırıyordu..
O anın, O çocuğun hayatındaki ilk isyan olduğuna adım gibi eminim. Yüzündeki ifade ve bakışları benim zihnime çakıldı izlerken.
Ekrandan da olsa- bir çocuğun büyük ilk isyanına tanık olmak içimi yaraladı.
*
Biliyorum, ilk anlar hep iz bırakır. İlkolik gibi her şeyin en evveli beyine yer eder. Ömürle beraber gelir ‘o anlar’… Beraber yaşlanır bizimle. En iyi ihtimalle o resimlerin üzerine koyduğumuz etkileri bırakırız ama o resimler bizi hiç bırakmaz. Öylece durur. Hatırlatılmayı bekler, ilk fırsatta da ortaya çıkıverirler.
Deprem kelimesiyle zihnimde ortaya çıkanlar etkisini yıllara teslim etmedi… İlk günkü kadar sıcak olmasalar da hala ordalar.. Benim için deprem, o çocuğun gözlerinin içinde…

1 yorum:

  1. Merhaba,
    Çok güzel bir yazı. Paylaştığınız için teşekkürler. Keşke böylesi afet hallerinde vatandaşın iyi niyet ve yardımseverliğine bel bağlamadan tüm destek hizmetleri devlet eliyle düzenli ve hızlı biçimde verilebilse. O zaman ne bu iş gösteriye dönüşür, ne kenarda ağlayan çocuk portreleri olur, ne de çadır ve battaniye için birbirini ezen mağdur/agresif kitleler. Tahminen devletimizin elinde bu işlere sevk etmek üzere kabarık bir fon vardır. Büyük resimdeki aksama nereden kaynaklanıyor acaba?

    YanıtlaSil