21 Eylül 2010 Salı

AHLAK DERKEN?

Beş yıl önce soğuk bir pazar günüydü. Trafik yoğun, hava koşulları zorlu, ve aynı gün İstanbul trafiğini felç etmeye yeten Fenerbahçe-Galatasaray maçı vardı. Arkadaşlarım trafikten dolayı 1 saat sonra ancak gelebileceklerini haber verdiklerinde, beklemek için en yakın alış veriş merkezinin içindeki kitapçıya girdim. Rastgele açtığım ve şuan ismini hatırlayamadığım kitapta önüme gelen cümleler, hayatıma davet edilmiş gibiydi.
İnsanın üç hali vardır diyordu kitap. 'Olduğu gibi, olduğunu zannettiği gibi ve olmak istediği gibi’...
O günden sonra her insana yaklaşımımda referansım oldu bu bakış açısı.
Şimdi paylaşacağım durumu da bu zemine oturtunca en azından birinde istikrar olsa diyorsunuz.! İster istemez.

Bir Haber kanalının yeni dönemdeki tartışma programlarından ‘…..’u izliyorum.
Atılan başlık, 'Ahlak elden gidiyor mu?’
Başlığın temsil ettiği içeriğe bakıyorum. Acaba bir yolsuzluk mu tartışılıyor yoksa birilerinin hakları mı elinden alınmış?
Hayır!..
Ekrandan dizi görüntüleri geçiyor. Fatmagül’ün Suçu Ne? İle Beren Saat ve Küçük Sırlar ile Sinem Kobal’ı görüyoruz bol bol.
Beren Saat’in ve Sinem Kobal’ın böyle bir tartışmanın görüntüsü olmaktan çok hoşlandıklarını sanmıyorum. Tabii dizinin bu kadar tartışılması ayrıca reytingleri açısından olumlu. Önümüzdeki hafta daha çok izlenecektir hiç şüphem yok. Ama benim takıldığım kısım başka. Başlık!.

‘‘Ahlak Elden Gidiyor mu?’’

Zannedersiniz 'kutsal ahlak kitabı' var tv’nin elinde ve birazdan açıklayacaklar.
Ve biz madde madde bileceğiz artık ne ahlak içi ya da ahlak dışı…
Gayrı meşru ilişkileri ahlak dışı olarak açıklayan bazı konuklarsa dizilerin
toplumu özendirdiğini iddia ediyor.

E çikolata reklamları da beni özendiriyor. Üstelik diyetisyenim de tembih etmişti. ‘İzleme ve özenme’ diye. Tüh! Büyük işkence!.. Ben kime anlatayım derdimi?.. Çikolata firmaları mı çikolata üretmesin, yoksa reklamları mı yapılmasın? Ya da belki benim aklım başımdadır ve yememe tercihimi kullanabilirim.

Hala bekliyorum bir yerlerden ‘bu tartışma şaka’ gibi bir şeyler çıksın ama yok.
Tartışma ara ara aynı eksen üzerinde dönüyor. ‘Eskiden daha masumduk’.
Evet fakirdik de, toplum olarak üstelik. Hatta ne dizi çekilebiliyordu ne de film.
Öyle evde sobanın başında oturuyorduk. Tek kanal ne yayınlarsa el mahkum izliyorduk. Bunu mu özlediniz? Anlamadım. Zenginleşmemizde ve çeşitlilik üretilmesinin zararı ne?
Günlerdir referandumu tartışıyoruz. Referandum sonrasında sivil insiyatifi, değişimi ve toplum olarak zenginleşmeyi savunuyorsak ki bence mantıklı. O zaman bir haber kanalı, ahlakın çerçevesini dizilerdeki cinsellik üzerinden çiziyorsa bu tartışma, hangi yıllara ve tam olarak hangi döneme hitap ediyor, ben çıkaramadım.

Kanalı değiştirmek üzereyken sunucunun sorusuna istinaden biraz daha bekliyorum.
‘Cinsellik ve şiddetin hala neden ekranlarda kullanıldığı’ soruluyor. Hatta epey ileri gidilerek ‘bunu vermenin başka yolu yok mudur’ sorusu dökülüyor ortaya.
Tabii yabancı yapımlardan bahseden yok bu arada.

Merak ediyorum ‘the tv’ veya arayış sahipleri; ahlakı ne zamandır yatak odaları, etek ve pantolonların içinde arıyor?
Ya da daha farklı sorabilirim. Haber yapmaya ne zaman başlayabilirsiniz tam olarak?

Hayatta olanın ekrana yansımasından daha masum ne olabilir ki… İyi ya da kötü ama birileri bunu yaşamış. Tabii ki tvde daha abartı gözükebilir çünkü ortada prodüksiyon diye bir şey var. Yaşanmışlığı cazip kılıp izletme kaygısı var. Rekabet var. Serbest piyasa var.

Aslında sorun, inanmasalar da bunu söylemelerinde. Zihniyette yani. Onlar hayatın ekranlardan çıktığına inanmak istiyor, trendleri televizyonun belirlediğini sanıyorlar.
Halbuki çıkış noktası her zaman hayatın ta kendisi oluyor.
Haber, dizi, sinema, program ne olursa olsun hayattan ayrı değil. Ayıramazsınız. Hatta yazı yazarken bile hayatın dışına çıkamazsınız.
O zaman biz neden kendimizden bu kadar rahatsızız?

Başta dediğim gibi insanın üç hali. Olduğu gibi, olduğunu zannettiği gibi ve olmak istediği gibi. Hangisi olduğuna siz karar verin.

1 yorum:

  1. Büyük ve sistemli kötülüklerle mücadele etmek nispeten kolaydır.
    Ama ya hayatın dokusuna sızmış, her yana yayılmış, ele geçmeyecek kadar gündelik yaşamın parçası olup “sıradanlaşmış” kötülükle nasıl mücadele edeceksiniz?
    Sistematik kötülüklerle savaşırken “vicdanlı” taraftarlar bulabilirsiniz ama bu “sıradan” kötülüklere karşı çıktığınızda, vicdanların gündelik alışkanlıklarla köreldiğini fark edersiniz.. diyor bir köşe yazarımız.
    Artık hayattaki gayri ahlakilikleri kanıksar duruma gelmeye başladık. Karşı çıkmaya zorlanıyoruz; ''suyu ısınan kurbağa vaziyeti''..
    Küresel sömürücülerin yarattığı ahlaksız cinsel sömürü düzenini sorgulamadan, ona maruz kalınmışlığın cümleleri sizin yazdıklarınız. Cellatlara maruz kalmamanız dileğiyle.

    YanıtlaSil